Friday, June 27, 2008

(TAM METİN) Elif Uyar- Küreselleşmeye Güneyden Tepkiler


“Küreselleşmeye Güneyden Tepkiler” Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin 5-7 Eylül 2005’te Ankara’da düzenlediği çok sayıda uluslararası katılımcının da iştirak ettiği aynı adlı sempozyumun bir ürünü olarak Dipnot Yayınlarından (364 sayfa) çıktı.

Toplam on sekiz makaleden oluşan kitap, neo-liberal politikaların yön verdiği, gayet değer ve amaç yüklü bir süreç olan küreselleşmeye ve bunun nicedir tarafsız, karşı konulamaz, alternatifsiz olarak sunulmasına karşı çıkan, çoğu üniversite öğretim üyelerinden oluşan katılımcıların yazılı tebliğlerinin bir toplamı. Gerek ele alınan temaların genişliği (küreselleşme, emperyalizm, militarizm, yönetişim, neo-liberal iktisat politikaları, direniş, bölgesel bütünlük projeleri vb.), gerekse Hindistan, Lübnan, Brezilya, İngiltere, Arjantin ve Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden katılımcıların kazandırdığı zenginlikle kendi alanında bir ilke imza atan çalışma altı alt başlıktan oluşuyor: Yeni Müdahale Biçimleri ve Meşrulaştırma: “Teröre karşı Savaş” ve Irak; Dünya Ekonomisi: Emperyalizm ve Bunalımlar: Güney’de Neo-liberal İktisat Politikalarına Karşı Seçenek Arayışları; Türkiye’de Neo-liberal Dönüşümün Çeşitli Yanları; Toplumsal Dönüşüm ve Sınıf Mücadeleleri: Fırsatlar ve Engeller; Direniş ve Uyumun Yeni Biçimleri: İdeolojik ve Sosyolojik Yönler.

Tebliğlerin büyük bölümü küreselleşme olarak adlandırılan dönemin içeriğini sorguluyor. Bu içerik bir yanda küresel ölçekte eşitsiz büyüme, ilkel birikime dönüş ve militarizm boyutlarıyla, diğer yanda yerelde özellikle tarım üzerinde yarattığı olumsuz etkilerle inceleniyor.

Küresel boyutta, örneğin C. P. Chandrasekhar, küresel ödemeler dengesi ve gelişmekte olan ülkelerin ABD’nin cari açığının finansmanındaki rollerini incelediği yazısında, bugünkü küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği özel eklemlenme biçiminin bir yandan eşitsiz büyümeye, bir yandan da istikrarsızlığa nasıl yol açtığını gösteriyor. Öte yandan Prabhat Patnaik, dönemin belirleyici bir özelliği olarak sermaye birikim süreçlerinde ele geçirerek birikimin giderek daha fazla paya sahip olmasına dikkat çekiyor. İlkel kapitalist birikime dönüş olarak da adlandırabileceğimiz bu eğilim karşımıza, Üçüncü Dünyada devlet sektörünün elindeki varlıkların yok pahasına özelleştirilmesi; eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerin özel sektörün alanına geçmesi; madenler üzerindeki denetimin çok uluslu şirketlerin eline geçmesi; tarımın her yerde çok uluslu şirketlere açılması yoluyla köylü tarımının ortadan kaldırılması; ormanlar, su kaynakları ve meralar gibi ortak kaynakların özel mülkiyet olarak edinilmesi olarak çıkıyor. Çok uluslu şirketlerin özellikle maden ve enerji şirketlerinin yatırımlarını korumak için başvurdukları yollar düşünüldüğünde, bu sürecin militarizmi körükleyen tarafı da açığa çıkıyor. Militarizm konusunda da Filiz Çulha Zabcı’nın özel güvenlik endüstrisinin önemli bir unsuru olan özel askeri şirketleri ve bunların sömürgeci politikalar içindeki rollerini ele aldığı makalesi oldukça çarpıcı. Zabcı burada emperyalizmle militarizmin göbek bağını bir kez daha göstermekle kalmıyor, içinde yaşadığımız sözde teröre karşı savaş döneminde insanlık olarak yüz yüze olduğumuz tehlikenin boyutlarını da hatırlatıyor. Yazarın karşımıza çıkardığı tabloya göre, bugün savaş suçları ve işledikleri diğer suçlar konusunda kolaylıkla yasal denetimin dışına kayabilen, hiçbir siyasi ve etik kuralla sınırlandırılmadan sadece kâr mantığıyla hareket eden özel askeri şirket adı altındaki yedek ordularla karşı karşıyayız. Bu denetlenemez örgütlü şiddetle nasıl başa çıkacağımız ise kuşkusuz günümüzün en önemli sorularından biri...

Diğer yandan, dönemi kendi yerelinden/yereldeki etkileriyle sorgulayan iki çözümleme, ekonomik liberalleşmede bir başarı örneği olarak gösterilen Hindistan’ın durumunu aydınlatmaları bakımından dikkate değer. Bunlardan biri Jayati Ghosh’un, Hindistan’da yüksek oranda işsizlik, yeni politikaların çiftçiler üzerindeki olumsuz etkileri, buna rağmen başlıca istihdam alanı olarak tarımın önemini koruması, eyaletler arası ve kent-kır arası eşitsiz gelişim, gıda güvenliği koşullarının olumsuzluğu ve yoksulluğun büyük ölçüde devamlılığını vurguladığı makalesi. Diğeri ise Hindistan’daki en büyük kadın kuruluşu olan Tüm Hindistan Demokratik Kadın Derneği’nin (AIDWA) başkanı Subhashini Ali’nin yerel sorunlarla küreselleşmeye dayalı politikaları birbirine bağladığı ve kuruluşu adına nasıl bir mücadele yürüttüklerini özetlediği çalışması. Ali, Hindistan’da kız çocuklarının rahimde veya doğumdan sonra öldürülmelerinin yaygınlaşması, kırsal kesimlerde giderek artan gıda güvenliği ve işsizlik gibi sorunları salt ülkenin toplumsal koşullarına ve geleneklerine bağlayan önermelere karşı çıkarak; son 10-15 yıl içinde küreselleşmeye özgü birtakım süreçlerin gelenekleri, yaygın inançları nasıl yorumlayıp bunlardan nasıl yararlandığını, neo-liberal uygulamaların tüketimciliği körükleyen boyutlarını, bunların mevcut ataerkil normları nasıl pekiştirdiğini açıklıyor.

Küreselleşmenin işte böyle yerel ve küresel ölçekte sorgulandığı sempozyumun diğer bir gündemi ise -ilki kadar rağbet görmemiş olsa da- alternatifler ve bunların nasıl uygulanacağı sorunu.

Bu anlamda Fuat Ercan küreselleşmeye muhalif ulusal-kalkınmacı, sol-Keynesyen, anti-emperyalist tahlillerin ve Arjantin’de Kirchner, Brezilya’da Lula, Ekvator’da Lucio Gutiérrez gibi kitlelerin enerjisini alarak iktidara gelen hareketlerin yöneldikleri Merkez-sol ya da Üçüncü Yol olarak tanımlanabilecek siyasal pratiklerin; Mustafa Şen ise sıklıkla neo-liberal küreselleşmeye karşı eşitlikçi/özgürlükçü bir tepki olarak tanımlanan İslamcılığın alternatifliğini sorguluyor.

Alternatifleri sorgulamanın bir yolu da söz konusu alternatifleri kimin uygulayacağı sorusunu, yani siyasal iktidar sorununu gündeme getirmek. Bu noktada Sungur Savran’ın önerisi, alternatifleri uygulama kapasitesine sahip olabilecek bir siyasi iktidarın sınıf karakteri meselesini tartışmak ve bu yolla alternatifin hangi siyasi koşullar çerçevesinde gerçekçi biçimde uygulanabileceği sorusunu gündeme getirerek küreselleşmeye karşı bir alternatif arayışı tartışmasında eksik kalan iktisat-siyaset bağını kurmak. Savran’ın altını çizmeye çalıştığı husus, küreselleşmeye/neo-liberalizme alternatif bir iktisadî stratejinin merkez sol partilerle gerçekleştirilemeyeceği, devrimci bir işçi partisi iktidara yükselmeden herhangi bir alternatifin uygulanamayacağıdır.

Halen karşımızda duran en önemli sorunlardan biri, siyasal iktidarı ve her türlü piyasa dışı iradeyi olumsuzlayarak en büyük saldırılardan birini ‘siyaset’ kavramına yöneltmiş olan neo-liberalizme karşı mücadelenin nasıl, ne zaman, kimler tarafından yürütüleceği sorunudur. Jamie Gough, işçi hareketinin hem kuzeyde hem de güneyde çok güç bir dönemden geçtiğini vurguladığı makalesinde, küresel ölçekte ortak eylemler geliştirme arayışının önündeki engelleri ve fırsatları, işçiler arasındaki uzamsal engellerin kalkması ve yapısal engellerin aşılması bağlamında tartışıyor. Bu bağlamda neo-liberalizmin yanında üretken bağlantıları güçlendirmeye yönelik bölgesel bütünlük projelerinin de emekçiler ve mücadeleleri açısından yarattığı engelleri vurguluyor.

İşte tam burada Huricihan İslamoğlu’nun dikkatleri çektiği nokta anlam kazanıyor: bugün bize düşen, neo-liberalizm, emek üzerindeki egemenliğini pekiştirmeye yönelik siyasi ve askeri bir strateji ile iş başındayken, işçi sınıfının mücadelesinin önündeki yapısal engellerin ortadan kalkıp evrensel bir mücadele yürütmesini beklemenin yaratacağı gurur kırıcı teslimiyetçilikle siyasetsizlik ortamını onaylamak mıdır? Yoksa siyasal mücadeleyi sınırlı alanlar çerçevesinde ve küçük ölçekli de olsa ötelemeyerek, neo-liberal söylemin vurguladığı piyasanın siyaset-üstü mantığına karşı direnmek midir? Bu noktada kanaatim Metin Özuğurlu’nun tekil ve parçalı da olsa işçi mücadelesinin devamlılığını vurgulayan çalışmasının; H. İslamoğlu’nun bazen yenilgi kaçınılmaz olsa bile siyasi alanlarda yer almanın önemini vurgulayan çağrısının ve Subhashini Ali’nin kuruluşu (AIDWA) adına Hindistan’da yürüttükleri mücadeleyi ve bunun kazanımlarını özetlediği ve artık siyasetin işe yaramadığına dair yaygın inancı sorgulatarak siyasetin hâlâ şimdi, burada, mümkün olduğunu gösteren tebliğinin bize ışık tutabileceği.

No comments: