Friday, June 27, 2008

(TAM METİN) Edip Asaf Bekaroğlu- "Saklı Afganistan"ın Sakladıkları ve Abarttıkları


Amsterdam’ın Dam Meydanında, Kraliyet Sarayı’nın hemen yanındaki De Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), Kraliyet ailesi ile ilgili seremonilerin yapıldığı, yani çok özel etkinliklere ev sahipliği yapan görkemli bir kilise. De Nieuwe Kerk, dört ay boyunca alışıldık işlevlerinden farklı olarak, ilginç bir sergiye ev sahipliği yaptı: Hidden Afghanistan, yani Saklı Afganistan.

Paris ve Torino’dan sonra Amsterdam’da sergilenen “Saklı Afganistan’ı bu kadar özel yapan şey nedir?” sorusuna, sergiyi düzenleyenlerin verdiği cevaplar üzerine biraz düşünmekte fayda var. Doğruyu söylemek gerekirse, sergilenen parçaların Afganistan’dan Fransa’ya gelme hikayesi gerçekten etkileyici. Hep öne çıkarılan ve sergiyi özel yapan, sergilenen parçalar değil de sanki bu hikayenin ta kendisiymiş gibi. Hikâye Sovyet işgali ile birlikte gelen yıkım neticesinde Milli Müze yetkililerinin müzenin en nadide parçalarını saklamaya karar vermesi ile başlıyor. Sadece birkaç kişinin bildiği bir operasyon ile bu parçalar Başkanlık Sarayı’nın mahzenlerine gizleniyor. Daha sonraki iç savaş yıllarında ve “sanat, kültür ve medeniyet düşmanı” Taliban’ın yönetimi esnasında tüm koleksiyon bu mahzenlerde gizlenmeye devam ediliyor. Bu saklama operasyonu, sergiye Saklı Afganistan denmesinin sebeplerinden biri.

Herkesin uzun süren savaş ve kargaşa yıllarında yok edildiğini, yağmalandığını düşündüğü bu kıymetli hazine nihayet 2003’te Taliban rejiminin düşmesinin ardından yeni Afgan Hükümeti tarafından gün ışığına çıkarılıyor. Fransız arkeologlar ise Afgan Milli Müzesi ile anlaşıp bu eserlerin restorasyonu ve bakımını üstleniyorlar. Eserler Kabil’den askeri yetkililer eşliğinde Tacikistan’daki Fransız Askeri üssüne, ordan da Paris’e taşınıyor. Ve arkeologların titiz çalışmaları neticesinde tüm dünyada sergilenecek kıvama getiriliyor. Gerçekten ‘dramatik’ bir hikâye.

Elbette bu eserlerin muhafaza edilmesi ve sergilenmesi çok önemli. Ancak bu hikâyede hem vurgusu abartılan hem de tamamıyla gizlenen bazı şeyler var ki üzerine düşünülmeyi hakediyor. Öncelikle, Amerikan işgalinin getirdiği yıkımın her nedense bu hikâyede hiç ama hiç yeri yok. Oysa yağmacı Amerikan askerlerinin Irak’taki müzelere neler yaptığını tüm dünya biliyor. Dolayısıyla Afgan yetkililerin bu eserleri yağmacı Amerikalılardan koruyabilmesinin de büyük bir başarı olduğu hikâyeye eklenmeliydi şüphesiz. Öte yandan Amerikan bombardımanlarında yok edilen tarihi eserler ve müze yetkililerinin Amerikan askerlerinin yağmasından koruyamadığı diğer eserler ile ilgili ayrı bir rapora da mutlaka ihtiyaç var.

“Saklı Afganistan”ın ısrarla yaptığı bir diğer vurgu ise Taliban’ın bu kültür mirasını pervasızca nasıl yok etmeye çalıştığı ile ilgili. Taliban’ı her türlü kötülüğün sorumlusu olarak göstermek aşina olduğumuz bir söylem. Zaten bir sanat sergisinde Taliban’ın yıllar süren iç savaş kargaşasına son verip Afganistan’a iyi ya da kötü, ama her halükârda iç savaştan daha iyi bir nizam getirdiğinin veya dünyanın uyuşturucu üretim merkezi olan bu toprakları haşhaş üretiminden büyük oranda arındırdığının vesaire anlatılmasını bekleyemeyiz. Ancak Taliban’ı şeytani bir güç olarak göstermek ve Taliban’ın temel motivasyonu olarak İslam’ı işaret edip kötülüklerin kaynağına dini yerleştirmek şeklinde bir söylem sanatsal bir ortamda öne çıkarılsa bile politik bir amaca hizmet ediyor. Diğer taraftan bu söylem, bazı parçaları 2 bin 500 yıllık bir maziye sahip olan bu kıymetli eserlerin yaklaşık 1400 yıldır İslam’ın hâkim olduğu bir coğrafyada muhafaza edildiğini de görmezden geliyor. Buradan da Taliban’ı sadece İslam ile değil, diğer birçok dinamiği hesaba katarak açıklama ihtiyacı doğuyor.

Yukarıda bahsedilen saklama operasyonu haricinde sergiye adını veren diğer bir motivasyon ise tüm dünyada Afganistan’ın yalnızca savaş, kargaşa, burkalı kadınlar ve mücahidler ile anılması ve diğer yönlerinin bilinmemesi. Yani bu sergi Afganistan’ın saklı yüzlerini gösterdiğini iddia ediyor. Peki Afganistan’ın bu yüzlerini şimdiye kadar saklayan kim? Veya Afganistan’ı karikatürize edip burkadan, savaştan ibaret gösteren? Veya daha da önemlisi Afganistan’da bunca yıldır süregelen savaşların sorumluları kim? “Saklı Afganistan” bu soruların sorulmasını da engelliyor.

“Açığa çıkartılan” Afganistan’ın nasıl tasvir edildiği de önemli. Öncelikle bu Afganistan tamamı ile İslam öncesi döneme ait. Yedinci yüzyıl sonrasına ait tek bir parçanın bile bu sergide yer almaması ilginç. Müzede anlatılan tarihe göre, bugünkü Afganistan toprakları önce İskender’in işgalini yaşamış, diğer yerlerde de benzerlerine rastlanan bir İskenderiye şehrine sahip olmuş, daha sonra da Budizmin etkisi altında kalmış. Yani İslam öncesi kültürün yansıması olan eserler Grek gerçekçiliği ile Budist sanatının bir karışımından ibaret. Öte yandan, İslam öncesi dönemde ısrarla Grek kültürünün etkisinin vurgulanmasının da ima ettiği birşeyler olsa gerek. Sergide gösterilen tanıtım filminde konuşan Fransız arkeolog, Grek kültürünü Kabil’de bulmanın ne kadar değerli olduğunu söylerken aslında Doğu ile Batı’nın kat’i farklılıkları olduğu etrafında şekillenen oryantalist zihin dünyasını da açık ediyor. Oysa Büyük İskender’in bugünkü anlamı ile ne kadar Doğulu veya ne kadar Batılı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Aynı şekilde, geçmişte ticaret yolları üzerinde bulunan ve birçok işgale maruz kalmış Afganistan’ın Doğu’da mı Batı’da mı yer aldığını kestirebilmek de zor. Öte yandan Doğunun da Batının da, modern anlamlarıyla, birer kurgudan ibaret olduğunu ve kendilerine “Batılılar” diyenlerin bu kurgu üzerinden dünyanın geri kalanını yıllarca sömürdüklerini söylemek pek tabi mümkündür.

Elbette tüm bunlar Afganistan’dan gelen bu eserlerin değerini azaltmıyor. İyi niyetle bu eserleri muhafaza edenleri ve heyecanla bu kalıntıların bakımını ve restorasyonunu üstlenenleri küçümsememizi de gerektirmiyor. Antik inanışların gündelik hayata yansıyan yönlerini, farklı kültürlerin nasıl karıştığını, siması daha çok Hint kadınlarına benzeyen Afrodit heykellerini, çorak Afgan tepelerine hayat veren nehir tanrıçası Makara’yı, ejderhaların efendisi Pendant’ı, dünyanın en eski cam aksesuarlarını ve tüm diğer değerli parçaları izlemek elbette güzel bir tecrübeydi. Saklı Afganistan’da sergilenen anıtsal bir taş üzerine yazılan şu mesaj bile ziyaretçilerine ve dünyaya söyledikleri açısından değerli:

Bir çocuk olarak güzel davranışlı ol,
Bir genç olarak kendi nefsinin efendisi ol,
Bir yetişkin olarak adaletli ol,
Bir yaşlı insan olarak nasihatle dolu ol,
Ve ölümünde kederden uzak ol.
(Sayı 5 / Mayıs-Haziran 2008)

No comments: