Saturday, June 28, 2008

Khalid Zighari ile Söyleşi- Yıldız Ramazanoğlu














Gerçeği Yakalayıp Zamanı Durdurmak


Khalid Zighari ile Temmuz ayında Sefer Turan’ın yardımıyla ve desteğiyle Kudüs’te tanıştım. Bir akşam bizi Mescid-i Aksa’dan aldı ve ailesini ziyarete gittik. Bilgisayar mühendisi eşinin misafirperverliğinin eşlik ettiği sıcak ortamda Arapça İngilizce karışık bir sohbet gerçekleştirdik. Kayıt cihazım olmadığından söyleşiyi internet üzerinden yapmaya karar verdik. Geceyi Ramallah’a geçip Yaser Arafat’ın karargâhını ziyaret ederek değerlendirdik. İngilizce hazırladığım sorulara Arapça cevaplar gelince de tercüme işini CNN Türk dış haberler servisinden değerli arkadaşımız Furkan torlak üstlendi. Sefer Turan’a ve Furkan Torlak’a teşekkür ederim.


Bütün dünyada Kudüs fotoğrafçısı olarak tanınıyorsunuz. Bu bölgede yaşanan acı tatlı herşeyi fotoğrafladınız. Birçok olaya tanıklık ettiniz. Sizin gözünüzden Filistin’de yaşananlar tam olarak nasıl tanımlanabilir, burada neler oluyor?



Gün geçtikçe acıların arttığını, tekrarlandığını ve genişlediğini görüyorum. Filistinliler aşağılanıyor; küçük düşürülüyor; toprakları çalınıyor; özgürlük, yaşam, ibadet, sağlık, eğitim ve ulaşım hakkı ellerinden alınıyor. Böylesine bir beyin yıkama ve bir milleti yok etme çabalarına insanlık bir başka dönemde şahit olmamıştır.

Bugün için Filistin’de, özellikle de Kudüs’te eş yani hayat ortağı seçme hakkı bile, sevmek de dâhil özel bir konu değil! Bilakis devlet güvenliğini ilgilendiren bir mesele! Devlet, kimliğini onaylamak gerektiğini ileri sürerek sizin eşinizin kim olacağına da karar veriyor.

Nasıl bir müdahale bu?! Ramallah’tan bir kız sevmenin zorluklarından sözetmiştiniz önceki sohbetimizde. Bunu biraz açar mısınız?Buradaki mevcut statünüz nedir? Nasıl bir bedel ödüyorsunuz bu aşk için?


Eğer kadın Filistin kimliği taşıyorsa ve eşi olarak da siz İsrail kimliği taşıyorsanız, Kudüs’te yaşamanız ve onun size eş olması çok zor. Yani onunla Kudüs’te bir evde yaşayamazsınız. 67 yılında işgal edilmiş Filistin kentlerinde de yaşayamazsınız. Böylece aile parçalanır. Siz ve çocuklarınız Kudüs’te kalırsınız ve İsrail kimliği taşırsınız; eşinizse 67 yılında işgal edilen Batı Şeria kentlerine sürülerek uzaklaştırılır.

Tabi hükümet ve iç güvenlik kurumları eşinize İsrail kimliği verirse aynı evde yaşayabilirsiniz. Bunun dışında İsrail güvenlik birimlerinin onayını almadan sevmek zordur, acı vericidir.

Bu yalnızca bir örnek, sözü uzatmak istemiyorum. Birçok farklı sorunlarımız var. Özellikle de Kudüs kentinde… Yahudiler bu kenti on yıllardır Yahudileştirmeye çalışıyor ve gün geçtikçe de bu politikalarında başarılı oluyorlar. Kutsal toprakların halkını sıkıştırıyorlar. Böylece buradaki Filistinlileri Batı Şeria içlerine göç etmeye zorluyorlar. Amaçları Kudüs’ün sadece kendilerine kalması…


Mesleğinizi yazarak da yapabilirdiniz. Haberleri yazıyla da geçebilirdiniz. Fotoğraflamanın sizdeki karşılığı nedir? Nasıl yöneldiniz bu işe? Yazıyla fotoğrafı karşılaştırmanızı istesek ne söylersiniz?


Kaliteli ve ibret dolu bir resim, olayın kalbinde, hayatın tehlikeli olduğu bir anda ve iki savaşçının arasındaki ateş hattında yakalanır. Eğer iyice yakın değilseniz etkili ve ifade gücü yüksek bir fotoğrafı yakalayamazsınız. Bizde durum böyleyken bir de uzaktan fotoğraf çeken yahut gözleri silahtaki barutla kararmadan, kulakları kurşun sesleriyle sağır olmadan, gaza boğulmadan, sopalanmadan, aşağılanmadan, tutuklanmadan, vurulmadan yazan kimsenin halini düşünün!

Bir Çin atasözünde dendiği gibi “bir resim bin kelimeden değerlidir”. Resim tek başına yeterlidir ama kelimeler yeterli değildir. Resimde göz ve görme dili dışında herhangi bir dile ihtiyacınız olmaz. Resim daha çarpıcıdır; daha hızlıdır; daha dakiktir ve genellikle her şeyi ifade ettiği için kelimeden daha iyidir.

Büyük fotoğraf ustası Bresson fotoğraf çekmek, insanın aklını gözünü ve yüreğini aynı hizaya getirmesidir der, bir de zamanı belgelemek sanki.


Doğru. Filistin’de olaylar çok hızlı ve etkileyici biçimde gelişiyor. Basın organlarının olayları belgelemesi ve tüm boyutlarıyla yansıtabilmesi lazım. İşte bu noktada ben gerçeği yakalayıp zamanı durdurmaya çalışıyorum. Sıkıntı anında, zor bir anda, olayın şiddetle cereyan ettiği noktada düğmeye basıyorum ve zaman duruyor. Görüntü kameraya kaydoluyor.

Böylece olaylar tüm dünyaya olanca gücüyle, rengiyle ve soğukluğuyla yorumsuz biçimde yansıyor. Bu nedenle fotoğraf benim için daha değerli… Tabi sıkıntıları kelimelerle ifade edebilmek için çalışan tüm yazar ve muhabirlere saygı duyduğumu da belirtmek isterim.


Genelde Filistin halkının belleğine yüklenmek istenen bir görev var. Unut ve bağışla: belleğin ödevi. Siz tam tersine unutmayı engelleyen bir iş yapıyorsunuz, kayıt altına alıyorsunuz. Hatırlamak ve unutmak arasında nerede duruyorsunuz?




Kişisel olarak ben böyle bir şeyi asla unutamam ve asla affedemem. Bir başkasından bunu nasıl isteyebilirim. Biz hak sahibiyiz; onlarca yıldır zulüm görüyoruz. Nasıl unutup göç eder ve affedebiliriz. Bu nasıl olur?! Görevimin unutmak ve affetmek olduğuna kim karar verdi?!

Bu bir zulümdür. Bizden unutmamızı ve bağışlamamızı istiyorlar. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hak sahibine hakkı verilmeden unutma ve affetme asla olmayacak. Hak dediğimiz şey zaman aşımına uğramaz. Biz bu hakkımızı koruyabilmek için çok fazla bedel ödedik.


Yakın arkadaşınız Dr. Riad Z. Abdelkarim’in Aralık 2000’de Washington Report’ ta yayınladığı bir yazısı okudum, sizinle konuşmadan. Ondan öğrendiğim kadarıyla en az yirmi kez yaralandınız saldırıya uğradınız. Ölümden döndünüz. Bunlar sizin için caydırıcı olmadı mı? Ölümle kuşatılmış olmayı bu kadar yakın hissetmek nasıl bir duygu? Bununla nasıl baş ediyorsunuz, tabii Filistin halkı da?


Evet, şu ana kadar 26 kez saldırıya uğradım. Bir kez kurşunla yaralandım. Bir kez üstüme gaz sıktılar. Dayak yedim. Foto muhabiri olarak çalıştığım için 1993 yılından beri defalarca tutuklandım. Bunlar garip şeyler değil. Ben hergün öldürülen, vurulan ve tutuklanan halkımın direnişinin fotoğrafını çekiyorum. Onlardan daha değerli biri değilim. Ben de onlardan biriyim.

Sadece işim gerçeği belgelemek ve tüm dünyaya olan biteni aktarmak. İşte işin tehlikeli yönü de bu. Zira katil suçunun belgelenmesini istemiyor. Cezalandırılmak istemiyor. Dünyanın gözünde barış sözcüsü olarak kalmak istiyor. Ve fotoğraflar bu noktada devreye giriyor ve onu rezil ediyor.

Fotoğraf hafızaya kazınır ve unutulmaz. Bu nedenle katil işgalci benim gerçeği belgelememi engellemeye çalışıyor. Beni dövüyor; tutukluyor; gazeteci kimliğime el koyuyor. Suçunu belgelememi engellemek için elinden geleni yapıyor.



Şimdi Reuters, BBC, CBS gibi kuruluşlara çalışıyorsunuz. Bu kurumlar size nasıl bir destek veriyor? Filistin meselesine bakışları nasıl, yolladığınız fotoğraflar haber dilinde nasıl bir yere yerleştiriliyor? Çalışmalarınızı değerlendirme biçimlerinden hoşnut musunuz?



Basın kuruluşları ellerinden geldiği kadar kendi muhabirlerini işgalin ateşinden korumaya çalışıyor. Ama işgalciler yabancı, Arap ve Filistinli gazeteci ayrımı yapıyorlar. Birinciye saygı gösteriyorlar; ikincisine ise Arap ve Filistinli olduğu için suçlu gibi davranıyorlar.

Yabancı kurumların bunda olumsuz bir rolü yok. Bilakis ciddi biçimde çalışıyor ve muhabirlerini korumak için uğraşıyorlar. Şunu da belirteyim; özellikle de Filistinli foto-muhabirler yabancı kuruluşlara nispeten dünyanın en iyi fotoğrafçılarıdır. Bunun nedeni de onların cesaretleri, birikimleri ve uzun yıllar içinde kazandıkları engin tecrübeleridir.

Önemli ödüller aldığınızı biliyoruz. Biraz bunlardan sözedebilir misiniz?



En önemli ödül 2000 dünya televizyon görüntüsü yarışmasıydı. Şaron’u 28.09.2000 tarihinde Mescid-i Aksa’nın içinde çektiğim için ilk üçteydim. O dönem Reuters ajansı için çalışıyordum. Son tura kaldığım için Londra’da düzenlenen bir törende ödüllendirildim. Bir de en güzel “Filistin’de Öğretim Özgürlüğü” fotoğrafımla ödül aldım.



Bu fotoğrafları çocuklarınızın görmesini istemediniz yıllarca. Hatta sanırım ilk kez bu söyleşi sırasında bizimle birlikte şahit oldular resimlere. Bu resimler nasıl etkiliyor çocukları… saklamak hayatınızı kolaylaştırıyor mu?


Bilmiyorum ama çocuklarımın çektiğim fotoğrafları görmesini istemedim. Çünkü bu resimler oldukça acı dolu ve katlanması zor… Dünyayı benim gözlerimle değil kendi gözleriyle görmelerini isterim. Böylece geleceğe dair ümitleri kalabilir. Masumca çocukluklarını yaşarlar.

Ancak şu ana kadar kendi gözleriyle şehit ve yaralılar gördüler; çatışmalara tanık oldular. Okulda üstlerine gaz sıkıldı. Resimlerdeki insanlar gibi onlar da çok sıkıntı çektiler. Onlara çocukluklarını yaşayabilmeleri için fırsat tanımaya çalıştım. Ama işgalciler onların kendilerinden erkence nefret etmelerini ve işgali kapkara gerçekliği içerisinde görmelerini tercih ettiler.





Dünyanın her yerinde yaşayabilirsiniz iyi bir muhabir olarak. Sizi Kudüs’e bağlayan nedir? Çünkü başka ülkelerde yaşayan Filistinliler de var sonuçta.



Ben de, babam da dedem de tüm ailem, Kudüs kentinde doğdu. Burası bizim toprağımız. Burası Mübarek Filistin… Sıkıntı, ulaşım ve özgürlük sorununa rağmen alternatifi yok. Bizim için onur burada yaşamak… Burası bizim toprağımız, yuvamız, yurdumuz… Özetle neden bu.

Ayrıca işgalciler ailemin Kudüs’teki 120 bin metrekarelik dağlık arazisine 1948’de el koydu. Şu ana kadar topraklarımıza bir gün döneriz ümidiyle yaşıyoruz. Biz olmasak bile evlatlarımız yahut onların evlatları topraklarımıza dönebilirler. Bugün ben, babam ve kardeşlerim, hepimiz kentimiz Kudüs’te yaşıyoruz. Ama evimizde değil; kiralık evlerde… Çünkü işgalciler toprağımıza el koydu; bize bir şey kalmadı…


Siz bir sanatçısınız. Yaptığınız iş bizi çarpıtılmış gerçekliğin çıplak hakikatiyle buluşturmaya çalışmak. Filistin halkı sanata çok yatkın, duyarlı ve ince bir halk. Nedir burada sanatçıların durumu? Daha çok yurt dışında mı yaşamayı tercih ediyorlar?

Açıkçası kendimi bir sanatçı olarak değerlendirmiyorum. Çünkü sanat genellikle güvenli ve sakin ortamda yapılır. Vurulma, kurşunlanma ve tutuklamaların bu kadar yaygın olmadığı yerlerde. Ama burada durum çok farklı! Biz burada gerçeğin tanığıyız. Şahsen başka bir yerde yaşamayı da istemem.

Benim ve arkadaşlarımın başarısının nedeni toprağımızı ve halkımızı tanımamızdır. Meydan bizim meydanımız; bu nedenle tüm yeteneğimizi sergiliyoruz. Çünkü halkımızla birlikte topraklarımızda yaşıyoruz. Onları tanıyoruz; onlar da yıllardır bizi tanıyorlar. Bu yüzden işimizi kolaylaştırıyor ve bize yardım ediyorlar.


Peki, işinizi yaparken, iş bağlantılarınızı kurarken, kendinizi tanıtmada, ifade etmede bir takım engellerle karşılaşıyor musunuz? Çalışmalarınızı kolay ulaştırabiliyor musunuz gerekli yerlere?

İsrail hükümeti, çalışmamı engellemek ve Filistin kentlerinde dolaşabilmemin önüne geçebilmek için basın kartımı aldı. Gazeteci olsak da, dünyanın en büyük ajansları için çalışsak da Filistinli olduğumuz için askerler bize çok kötü davranıyorlar. Olay yerine ulaşmamızı genellikle engellemeye çalışıyorlar.


Peki, Filistin topraklarında özgürce seyahat edebiliyor musunuz? Yakınlarınızla görüşmede bir engel var mı? Sizin statünüz nedir?

Bugün Kudüs kentinde yaşıyorum. Kudüs işgal altığında olduğu ve işgalin başkenti olduğu için İsrail kimliği taşıyorum. İsrail kimliği taşıyanlar kolaylıkla Kudüs ve 1948’de işgal edilen kentler arasında gezebiliyor. 1967’de işgal edilen kentler içinse özel izin gerekiyor. Sorun ailemin çoğunun Batı Şeria bölgesinde yaşıyor olması… Bazen onları göremiyorum.

Özellikle de eşimin ailesini görmesi engelleniyor. Eşimin anne-babası Batı Şeria’daki Eryaha kentinde yaşıyor ve eşim onları ziyaret edemiyor. Özellikle de Ramazan ayında, Ramazan ve Kurban bayramlarında… Çünkü arada ırkçı duvar var. Kudüs’le Batı Şeria arasında engeller, kontrol noktaları ve tel örgüler var. Ve insanın adını bile anmak istemediği başka şeyler var.



Buradaki durumu uluslararası literatürde kullanılan terimler yeterince açıklıyor. İşgal edilmiş topraklar, yerleşimci Yahudiler, Filistinli mülteciler. Buna rağmen evlerinden çıkarılmış Filistinlilerden terörist olarak sözetmek yaygın bir şey. Buna ne dersiniz? Bu kelime ne söylüyor size?

Eğer hak, toprak, özgürlük, onur, tarih, eserler ve daha nice şeylerin sahibi olanlar teröristse bu bizim için sorun değil. Bu, bizim için terörist denmemesi karşılığında hakkımızı ve toprağımızı vermemizden iyidir. Dünya ne derse desin; önemli olan topraklarımıza dönebilmemiz; ismimiz ne olursa haklarımıza kavuşabilmemiz.

Bu tür isimlendirmeler imajımızı dünya çapında zedelemek için… Uygarlık, insanlık ve adaletten bahseden dünyaya bir sorum var. Eğer biz Filistinliler teröristsek topraklarımızı çalan, Filistinlileri öldüren, ırzımıza göz diken, ağaçlarımızı yakan İsrailliler için hangi sıfatı kullanacaklar?! Bunların halkımıza yapmadığı bir kötülük kalmadı ki...

(Sayı 2 / Kasım Aralık 2007)

No comments: