Friday, June 27, 2008

(TAM METİN) Esra Duru- Sudanlı Mahmud Muhammed Taha


Hayatı[1]

1909’da Sudan’ın Rufa kentinde doğdu. İngiliz sömürgesine karşı Sudan’ın bağımsızlığını desteklerken, aydınların ve geleneksel ulemanın sömürgecilere takındığı teslimiyetçi tutumu şiddetle eleştirdi. 1945’te Cumhuriyetçi Parti’yi (CP) kurdu. 1946’da hapse girdi. 1951’de Benim Yolum adlı kitabı yazdı. Hapiste geçirdiği değişimin ardından CP’yi Cumhuriyetçi Kardeşler (CK) adı altında bugün Mısır’da hala etkinliğini koruyan Müslüman Kardeşler benzeri bir kardeşlik cemaatine dönüştürdü. 1955’te Sudan’ın nasıl bir anayasası olması gerektiğine ilişkin önerilerini, Esas-ı Düstur üs Sudan (Sudan Anayasası’nın Esasları) isimli kitapta topladı. Burada bir başkan tarafından yönetilen federal, demokratik, sosyalist bir cumhuriyet çağrısı yaptı. Mevcut kanunlara karşı çıkarak bunların gerçek İslam’ın saptırılması olduğunu savundu. Bu kanunların uygulanması halinde toplumsal bölünmeler olacağını söyledi. Bu öngörüsü çok geçmeden gerçek oldu. Sudan’da çok kan dökülecek ve uzun yıllar devam edecek bir iç savaş çıktı.

1956’nın Ocak ayında Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bir anayasa yapmak amacıyla oluşturulan Kurucu Meclis’e seçildi. Ancak müdahaleler yüzünden istifa etti. Yeni anayasa tamamlanamadan Kasım 1958’de General İbrahim askeri bir darbe yaptı ve tüm siyasi partiler kapatıldı. Bu süreçte Taha’nın halka açık toplantılar yapması ve fikirlerini açıklaması engellendi. Mahmud Taha bu sırada düşüncelerini ev toplantılarıyla açıklamaktan ve yeni kitaplar yazmaktan geri durmadı. 1960’ta İslam’ı, 1966 – 67’de Tarik-i Muhammed (Muhammed Yolu), Risalet üs Salah (Namazın Mesajı) ve Er risalet üs Saniye min-el İslam’ı (İslam’ın İkinci Mesajı) yayınladı. 1967’de Arap-İsrail Savaşı’nın Arapların yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi koşuluyla barış yapılması gerektiğini savunduğu Müşkilat üş Şark ul Evsat (Ortadoğu Problemi) isimli kitabını yazdı.

Mısır’da Cemal Abdülnasır’ın şahsında Arap Milliyetçisi yönetimlere ve bazı Arap ülkelerindeki Müslüman Kardeşler Hareketi’nin temsil ettiği anlayışa karşı çıktı. Komünizme yönelik eleştirilerine rağmen Sudan’daki Komünist Partisi’nin kapatılmasına muhalefet ederek, bunu demokrasiden sapma olarak nitelendirdi. 1968’de “dinden çıkma” (ridde) suçlamasıyla tutuklanarak yargılandı. Ancak mahkeme heyeti önünde savunma yapmayı reddetti. Mahkeme onu suçlu buldu ancak idam cezasıyla yargılamış olmasına rağmen bir ceza vermedi. Bu yargılanma CK’nın işine yaradı ve halk arasında taraftarları arttı. Taha’nın özgürlükçü düşünceleri sayesinde CK saflarında mücadele veren kadınların sayısı da küçümsenmeyecek ölçüde artmıştı. Cemaat, kadın erkek eşitliği ilkesini uygulamak ve cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak konusunda en azından kendi içinde başarılı oldu. 1973’te yönetime bir darbeyle gelen Cafer Numeyri, CK’yı yasakladı. Cemaatin birçok üyesi tutuklandı, bunlar arasında CK’nın üst düzey yöneticileri olan kadınlar da vardı. Bu sıkıntılı günlere rağmen, Taha ve CK çalışmalara devam etti.

1983’te Numeyri, ülkede şeriat ilan ettiğini söyledi. Taha, “Ya Bu Ya Tufan” başlığı altında kaleme aldığı bildirisinde bu şeriat ilanına karşı çıkarak, yeni kanunların geri çekilmesini ve demokratik sivil hakların iyileştirilmesini istedi. Bu bildirinin ardından 1985 yılında bildirisi delil gösterilerek bir grup arkadaşıyla birlikte yeniden tutuklandı ve yine idam cezası ile yargılandı. Mahkemeye savunma yapmayı reddeden Taha, bunun sebebini açıkladığı konuşmasında, mevcut yasaların İslam’ın aslını reddettiğini, İslam hukukunu bozduğunu ve nefret edilir hale getirdiğini savunarak, bu kanunların tek hedefinin halkı yıldırmak ve boyun eğmeye zorlamak olduğunu söyledi. Bu anlayışla hareket eden idareye boyun eğen hâkimlerle işbirliği yapmayacağını açıkladı. Taha’nın neyle suçlandığının bile belli olmadığı mahkemeden idam kararı çıktı. Taha ile birlikte yargılanan dört arkadaşına “tövbe” etmeleri şartıyla idam cezalarının affedilebileceği söylendi. Ancak Taha’ya bu hak tanınmadı. Taha mahkeme kararından üç gün sonra idam edilirken, diğer arkadaşları “tövbe” ederek kurtuldular. 76 yaşındaki Taha’nın idam kararını veren diktatör Numeyri, idamdan 76 gün sonra kendi hükümetinin savunma bakanı tarafından yapılan bir darbe ile devrildi. Başa gelen yönetim Taha’nın büyük kızı Esma’nın başvurusuyla, Mahmud Taha’ya itibarını iade ederken, idamı hükümsüz ve anayasaya aykırı ilan etti.

Taha ne diyordu?

Sudanlı Mahmud Muhammed Taha, hayatlarında ve savundukları fikirlerde birçok ortak nokta bulunmasına rağmen çağdaşları Seyyid Kutup ve Mevdudi kadar tanınmadı[2]. Sözgelimi hem Taha hem Kutup, ülkelerinin diktatör yöneticileri tarafından haksız suçlamalarla idam edilmişlerdi. Taha’nın bu dışlanmışlığına sosyalistler açısından söyleminde sosyalizm geçmesine rağmen bunu İslam ile birlikte anmasının, İslamcılar açısından da İslam’ın uygulanabileceği bir yönetim biçimi olarak sosyalizmi işaret etmesinin sebep olduğu söylenebilir.

Taha İslam’ın İkinci Mesajı kitabında İslam’a bakışını ayrıntılı biçimde ortaya koyar. Bu yaklaşım Taha’yı çağdaşlarından ayıran bir farklılığa dayanır. Kur’an, ayetlerin Mekke’de ve Medine’de inmiş olmalarına göre Mekki ve Medeni dönemler olarak ikiye ayrılır. Mekki dönem 13, Medeni dönem 10 yıl sürmüştür. Peygamber Hz. Muhammed ve beraberindekiler 13 yıl süren Mekke döneminde bir yandan aşama aşama indirilen Kur’an’dan inançlarını öğrenirken, öte yandan bu inançları yaşayabilmek için çetin mücadeleler vermek zorunda kalmışlardır. Bunun neticesinde inançlarını yaşayabilmeleri açısından daha rahat bir imkân sunan Medine’ye göç etmişler ve böylece Kur’an’ın Medeni dönemi de başlamıştır. Taha, bu ayrımın coğrafi bir yer değişikliğinden çok İslam’ın söylemindeki değişikliği işaret ettiğini söyler. Aslında bu ayrım yine insanların düşünce dünyalarının evrimiyle ilgilidir.

Taha, Kur’an’ın Mekke dönemini İslam’ın “İkinci” Mesajı, Medine dönemini de İslam’ın “Birinci” Mesajı olarak adlandırır. Mekke döneminde zorlamalardan ziyade ikna ayetleri hâkimdir. Mekke döneminin mesajı “iman”dır. Ancak insanların henüz bu mesajı kâmil şekliyle anlayabilecek olgunluğa erişmemiş olması nedeniyle mesaj nitelik değiştirmiştir. Taha (2008, 132) bu konuda, “Ayetlerden biri orijinal bir emri aktarmakta iken diğeri yardımcı bir önlemi önermektedir. İlk buyruğun (tam) yerine getirilemeyeceği anlaşıldıktan sonra yerine geçici bir buyruk verilmiştir. Orijinal buyruk, onu yerine getirmek için gereken koşullar ya da başka bir deyişle hem bireysel hem de toplumsal kapasiteler yeterince olgunlaştığında yeniden geçerli olacaktır” der.

Taha cihat, kölelik, özel mülkiyet, kadın erkek eşitsizliği, çok eşlilik, boşanma, örtünme, haremlik-selamlık uygulaması gibi konularda getirilen hükümlerin ve kısıtlamaların insanların kendilerine tanınan özgürlüğü henüz anlayamamasından kaynaklandığını savunur. İnsanlar özgürlüklerinin değerini anlayabilecekleri ve sınırları aşmayacakları bir akıl seviyesine ulaştıklarında özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalar kalkacaktır.

Mekke döneminde verilen mesaj ise, nihai İslam’dır ve ibadet, cezalar gibi birinci (Medeni) mesajla çakışan konular dışında doğrudan verilmiştir. Medine döneminde, temel insan haklarını, her alanda kadın erkek eşitliğini vazeden ve her kula mutlak bireysel özgürlük yolunu açan Mekke dönemi ayetleri beklemeye alınmış, Peygamber, kendi faydalarını başarılı bir şekilde koruyamayan insanların üzerine gözetici olarak atanmıştır. Kur’an’ın Mekki ayetleri temel ve asli hükümleri, Medeni ayetleri ise dönüştürücü hükümleri içerir. Amaçları dönüşüm halindeki bir topluma yol göstererek, Mekki ayetlerin uygulanabileceği olgunluk seviyesini sağlamaktır.

Kitapta, Mahmud Taha, insanın kurtuluşunun bireysel özgürlükten geçtiğini savunur. Bireysel özgürlüğün şartı ise korkulardan kurtulmaktır. “Bu korkulardan kurtulup özgürlüğe kavuşmak için, kurtulmak için, toplumu, bireyleri; geçim, baskıcı otorite ve hoşgörüsüzlük korkusunu yaşamayacağı biçimde örgütlemek gerekir. Korkudan kaçınmak için birey, çevre ve o çevrenin özüyle olan ilişkisine dair kapsamlı bir algıya sahip olmalıdır. Yalnızca bu yolla insan aklı geçmişinden kalan bilinçaltı korkulardan sıyrılabilir” (Taha 2008, 129).

Taha’ya göre insan kaçınılmaz olarak iyiye ve mükemmele ulaşacaktır. Çünkü Allah iyidir ve mükemmeldir. İnsanın Allah’a yaklaşması da bilinç düzeyindeki korkulardan ve yanlışlardan arınarak gittikçe mükemmelleşmesi anlamına gelir. Bu aşamada kişi Tanrısıyla ve canlı cansız her şeyle barışacaktır. İşte bu, Allah’ın müminlere emrettiği, zirvedeki İslam’dır. Ancak iyiliğe ve mükemmelliğe ulaşmamakta direnenler cezalandırılacaktır.

Taha, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği bütün dinlerin İslam’ın farklı şekilleri olduğunu söyler. Ona göre, insanın aklı ve inanma biçimi çeşitli aşamalardan geçmiştir. Allah da insanın kavrama düzeyinde gerçekleşen bu evrimle uygun düşecek inanç sistemleri göndermiştir. Örneğin ilk çağlardaki insanlar arasında sürüp giden tanrılara insan kurban etme geleneği, geçirilen değişimin ve kazanılmış bir üst seviyenin neticesi olarak Hz. İbrahim’in döneminde Allah tarafından kesin bir biçimde ortadan kaldırılmıştır. Yani gönderilen dinlerin hükümleri, insanın gelişimine paralel olarak farklılaşmıştır.

Üstün bir devlete ulaşmanın iki sacayağı olduğunu söyleyen Taha, bunları iyi toplum ve bireyin geçmişten gelen korkulardan sıyrılabilmesi için benimsenen bilimsel eğitim yöntemleri olarak sıralar. İyi toplum ise sosyalizm olarak bilinen iktisadi eşitlik ya da zenginliğin bölüşümü, siyasal eşitlik ve demokrasi ya da gündelik hayatı etkileyen siyasi kararlara ortak katılım üzerine kuruludur. İyi bir toplum aynı zamanda topluma faydalı oldukları sürece farklı yaşam tarzlarına ve tavırlarına hoşgörülü bir kamusal ortam yaratır (Taha 2008, 157). Taha sosyalizme yaklaşımını ise şu cümlelerle anlatır:

“Bize göre bilimsel sosyalizm birbirine bağlı iki temel ilke üzerine kuruludur: mineraller, tarım, hayvancılık ve sanayi gibi kaynaklardan bilim, teknoloji ve yönetim yoluyla sürekli artan bir üretim sağlamak; Kişisel gelirlerin, çocuklar, yaşlılar ve engelliler de dâhil olmak üzere her yurttaşa onurlu bir hayat seviyesi sağlayacak düzeyde minimum ve maksimum bir limit belirlenerek düzenlenmesini de içerecek biçimde eşit bölüşümün sağlanması. (…) Üretimi arttırmak için üretim araçlarının mülkiyetinin tek bir kişiye ya da bir gruba verilmesi engellenmelidir. Hiçbir yurttaşın bahçesi olan bir ev, mobilya ve bir araba dışında mülkiyeti olmamalıdır. Bunun amacı bir kişinin mülkiyet sahibi olarak başka yurttaşların emeğini sömürmesini engellemektir. Bireysel mülkiyet, mülkiyete bu şekilde sahip olmaktan çok o mülklerin faydasına sahip olmak anlamını taşımalıdır. Zira mülk Allah’ın ve bir bütün olarak toplumundur” (Taha 2008, 106 – 161).

Taha, yeni İslam düzeninin kapılarını, kaynakların ve üretim araçlarının mülkiyetinin bir tek ya da birkaç kişiye verilmesinin yasaklanmasıyla sosyalizme, belli bir yaştaki kadın ya da erkek her yurttaşın oy verme ve seçilme hakkının teminat altına alınmasıyla da demokrasiye açacağını söyler.

KAYNAKÇA

Taha Mahmoud Mohamed, 2008, İslam’ın İkinci Mesajı, İstanbul: Kalkedon Yayınları.

Yarın Dergisi Online, “Cumhuriyetçi Kardeşler” http://www.yarindergisi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=99&Itemid=106

Çev: Ünaltay Altay, Yarın Dergisi Online, “İslam’ın İkinci Mesajı’na Giriş”
http://www.yarindergisi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=103&Itemid=104
[1] Taha’nın hayatı hakkında Yarın Dergisi’nden ve İslam’ın İkinci Mesajı adlı kitabının önsözünden yararlanılmıştır.
[2] Taha’nın bu dışlanmışlığının somut bir delili olarak Türkçe’de yayınlanmış yalnız bir kitabı bulunmasını gösterebiliriz. (İslam’ın İkinci Mesajı)

No comments: