Tuesday, October 7, 2008

Editörden- Sayı 7 (Kadın: Direniş ve Tahakküm)


doğudan okurlarına merhaba,

doğudan dergisi olarak bundan tam bir yıl önce, ‘Doğu’ denilen bölgeye yönelik ülkemizdeki ilgi ve bilgi eksikliğinden, bunun temelindeki kimi zaman ırkçılığa varan egemen söylem ve tutumlardan rahatsızlık duyduğumuz için; böyle bölünmelerin halkların mücadelesine verdiği zararın bilincinde olarak kapitalist sistemin bölgede yarattığı tahribata ve deneyimlerimizin ortaklığına dikkat çekmek amacıyla yola çıktık. Eleştiri her zaman bir özeleştiriyle başlamalıdır şiarıyla kapitalizm ve emperyalizmi eleştirirken bir yandan da bölgenin yerel/geleneksel sorunlarına ışık tutacağımızı ve bunlara çözümler arayacağımızı duyurduk. Bu amaçlarla Türkiye’den Doğu’ya bakışlar; Direniş; İran; Devlet ve Demokrasi; Kapitalizm ve Emperyalizm; Neoliberalizm ve İdeolojiler dosyalarını hazırladığımız bir yılı geride bıraktık.

İkinci yıla toplumsal cinsiyet, cinsiyetçilik, ataerki ve bunlarla bağlantılı sömürü mekanizmalarını dikkate alarak ‘kadın sorunu’nu tartıştığımız, “Kadın: Tahakküm ve Direniş” başlıklı dosyamızla giriyoruz. Bu sayıda insanlığın kanayan bir yarasını; kapitalizmin yerel gelenekleri kullanarak derinleştirip içinden çıkılmaz hâle getirdiği evrensel bir sorunu irdeliyoruz.

Cinsiyetçilikten kaynaklanan toplumsal hiyerarşi ve tahakkümleri, bunların tarihselliğini dikkate alarak değerlendirmeyi, bu eksende sorunun evrenselliğini ve yerelliğini tartışmayı amaçladık. Günümüzün mevcut popüler yaklaşımlarıyla bölgedeki kadın sorununa yaklaşmanın sakıncalarının farkındayız. Bunlardan kültürel görececilik dünyayı değiştirme arzumuzu baltalarken, mevcut modernist yaklaşımlar da kültürler arası farkları göz ardı ediyor, dahası bunlar arasında hiyerarşiler yaratıyor. Biz ise sorunları, eleştiri ve sorgulama hakkımızı elimizden bırakmadan, ancak kültürel farklılıkları dikkate almayan tekçi yargılardan kaçınarak ele almaya çalıştık.

Dosyamızda hem kadınların ev içinde ve ücretli çalışmada oynadıkları özgül rolleri hem de çeşitli sömürü mekanizmaları ile bunlar için zemini hazır tutan cinsiyetçi/aşağılayıcı/ikincilleştirici yargı ve kalıpları açıklığa kavuşturacak makalelere ağırlık verdik. Genellikle önemsenmeyen, gözden kaçan veya inkâr edilen sorunları tartışma ortamına taşıyabilmek endişesi ile derlediğimiz bu sayıyla kadın sorununa sadece bir giriş yapabildik. Değinemediğimiz birçok sorun bir yana, böyle bir amaçla yola çıktığımızda en az anlama ve yorumlama kadar dönüştürmenin yolunu açabilecek bir eleştirel perspektif geliştirmenin önemini teslim etmemiz gerekir. Bu sebeple önümüzdeki sayılarda yine kadın sorununu ele alarak siyasal mücadeleye ve kadınların bu yolla dile getirdikleri taleplere de ağırlık veren yazılara yer vermeyi planlıyoruz.

“Cinsiyetçilik nasıl tanımlanabilir? Sınıfların uzantısı olmayan bir kadın sorunundan, yani farklı iktisadi-sosyal tabakalardan gelen, farklı kültürel kimliklere sahip kadınlar için ortak bir sorundan bahsedebilir miyiz?” Dosyamıza bu temel soruları tartışan, Seven Ağır’ın “Cinsiyetçiliğin Değişik Veçheleri: Ayrıcalıklı Fakat Yine de Kadın Olmak” başlıklı yazısı ile başlıyoruz. Ağır, yazısında cinsiyetçiliğin bütün kadınları bir biçimde mağdur ettiğini vurguluyor. Bununla beraber adil bir toplum arzulamadan ortak bir kadın sorunundan bahsetmenin beyhudeliğine de dikkat çekiyor. Ataerkiye karşı kadınların bir arada durma olanakları tartışmasını Kürt politik mücadelesi ve kadın hareketi ekseninde, Handan Çağlayan ile yaptığımız söyleşide sürdürüyoruz. Çağlayan’ın sorularımızı büyük bir içtenlik ve yetkinlikle cevapladığı söyleşi; hem farklı toplumsal projelerde kadına yüklenen işlevlerin evrenselliğini, hem de kadınların politik mücadeledeki aktif rollerinin hareketi ve toplumu dönüştürücü etkisini anlamamıza yardımcı olacak çarpıcı gözlemler içeriyor.

Kadın sorununu tartışırken dikkat edilmesi gereken temel bir husus da ev işinin nasıl tanımlanacağıdır. Bir tür geçimlik iş olan ev işinin çalışmadan farklılaşması, diğer işlerden değersiz sayılması cinsiyetçilikle bağlantılı bir toplumsal sorun olarak karşımızda durmaktadır. Elçin Kurbanoğlu ve Sheila Pelizzon’un (dünya sistemi perspektifine bir katkı veya içeriden bir eleştiri olarak değerlendirebileceğimiz) yazıları bu eskimeyen tartışmayı odağına alıyor. Yazarlar kadınların geçimlik çalışmasının hem kapitalist sömürünün hem de erkek tahakkümünün önemli bir unsuru olduğunu belirttikleri çalışmalarında eşitlikçi bir toplumda geçimlik faaliyetlerin de eşit paylaşılması gerektiğini vurguluyorlar.

Öte yandan, kadınlar işgücü piyasasına girdiklerinde de, erkek işçilere göre daha düşük ücretle, güvencesiz, çalış(tırıl)maktadır. Piyasaya giriş ve ayrılma süreçlerinde cinsiyete dayalı işbölümü belirleyici olmakta ve bu durum genel olarak kadınların aleyhine işlemektedir. Piyasa ilişkisinin baskın olduğu bir toplumsal ilişki biçiminde her ne kadar kadınlar ve erkekler işgücünü satarken özgür gibi görünseler de, işgücü piyasasının özneleri olarak belli bir ilişki biçimine tabiler. Bu ilişki biçiminin çözümlenmesinde aile ve yeniden üretim ilişkilerinin analize katılması ve tüm bu unsurların toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde sorgulanması gerekir. Bu sorgulama kadınların işgücü piyasasındaki konumunu, işgücü piyasasının toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yaratıldığı ve yeniden üretildiği bir alan olarak çözümlenmesini olanaklı kılar. Ve böylece ataerkil ideolojinin nasıl bir süreklilik taşıdığını görebiliriz. Sonuç olarak hem piyasaya giriş hem de piyasadan ayrılma süreçlerinde cinsiyete dayalı işbölümü belirleyici oluyor ve bu durum genel olarak kadınların aleyhine işliyor. Kadının asıl görevinin ev işleri olduğu yargısı kırılmadığı müddetçe de bu yapılanma devam edecektir. Bu çarpık zihniyete ve işgücü piyasasındaki hiyerarşilere dikkat çekmek amacıyla, dosyamızda kadının işgücünün piyasadaki ‘değer’i üzerine iki yazıya yer verdik. İlki Saniye Dedeoğlu’nun Türkiye’de kadınların istihdam edildiği hazır-giyim sanayinde toplumsal cinsiyet rollerinin ve eşitsizliklerinin, bu alanda ücretlerin düşmesine ve ihracat başarısına yaptığı katkıları ele alan makalesi. Yazar, çalışmasında, kadınların dezavantajlı bir konumdan ihracata yönelik üretime eklemlenmesini sağlayan ataerkil toplumsal cinsiyet ideolojisini irdeliyor. Feryal Saygılıgil ise özellikle serbest bölgelerdeki sömürü mekanizmalarını; Novamed’li kadınların direnişinin bize öğrettikleriyle birlikte değerlendiriyor. Novamed direnişi tabandan örgütlenmenin önemini bize bir kez daha gösteriyor.

Kadınların direnişi konusunu, mücadelede dikkat edilmesi gereken noktalar ve kadın hareketinin uluslar arasılaşması boyutunun incelendiği iki yazıyla sürdürüyoruz. Afganistan ve Irak’taki işgalleri ve yağmaları zımnen destekleyen, bunu Müslüman kadınların geleneklerden kurtarılması için bir misyon olarak takdim eden feminist yaklaşımların eleştirisini Yıldız Ramazanoğlu kaleme aldı. Elif Ekin Akşit ise Osmanlı’daki üç tarz feminizmin uluslararası bağlantılarını konu edindiği yazısında uluslararası bağlantılarının feministlerin algılanışındaki etkisini inceliyor.

Kadınların toplumsal projeler içinde nesneleştirilmelerini ve buna karşı direnişlerini Kemalist ve İslamcı projeler bağlamında ele aldık. Aslı Güneş yazısında Kemalizmin kadınlara biçtiği edilgen rolleri, medenileşme seferberliğinde kılavuz rolü üstlenen adabı muaşeret romanlarının gösterdikleri ışığında inceliyor. Müge Karahan ise İslamcı projede de kadınların eyleyen değil de nesne olarak kabul edilmelerini direnişe yol açan bir etken olarak vurguladığı yazısında, İslamcı aydın kadınların kendi sözlerini/seslerini duyurmaya çalıştıkları eserlerini inceliyor.

Bütün bu tartışmalara ek olarak, cinsiyetçiliğin tezahürlerine daha yakından bakmak amacıyla İran ve Tunus gibi ülkelerde ve Müslümanların ibadet yerleri olan camilerde yaşanan cinsiyet ayrımcılığına dikkat çeken yazılara yer verdik. Güliz Aydın Kendirci’nin İran İslam Cumhuriyetinde ilkokul ders kitaplarındaki cinsiyetçiliği inceleyen makalesi, ilkokuldaki sosyalleşme yıllarından itibaren kız çocuklarına dayatılan ikincil konumu çarpıcı bir biçimde yansıtıyor. Tunus’ta modernleşme ve kadın hakları konusunda ise Çiçek Coşkun, kadın-erkek eşitliği bakımından ülkedeki gelişmelerin yasal eşitlik ilkesiyle sınırlı kaldığını, toplumun bütün kesimlerine yayılamadığını vurguluyor. Bu bakımdan yasal eşitlik ilkesini sağlamış olması nedeniyle diğer Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinden ayrı bir noktada duran Tunus’ta kadınların yüksek işsizlik oranları, kamusal alanlarda yaşadıkları sorunlar, toplumun özellikle alt kesimlerinde yer alan kadınların bu sürece yeterince dahil olamadıklarını göstermektedir. Dosyamız, Hülya Alper’in camilerde kadınların karşılaştıkları ayrımcılığı ve kaba davranışları eleştirdiği makalesiyle son buluyor.

Dosya haricinde Kültür-Sanat, Portre ve Kitabiyat bölümlerimizde birer yazıya yer verdik. Müge Karahan ve Mert Tokur yazılarında günümüzün popüler çizgi roman/filmi Persepolis’i mercek altına alıyor. Portre bölümünde, yakın zamanda kaybettiğimiz önemli bir ismin, Filistinli şair Mahmud Derviş’in mücadelesini Turan Kışlakçı’nın kaleminden aktarıyoruz. Kitabiyat bölümünde ise, İrem Yılmaz, feminist eleştirinin bir başucu eserini, Judith Butler’ın Cinsiyet Belası adlı kitabını bizler için inceledi. Son olarak, gündemdeki gelişmeleri bu dönemde adaleti unutmamamızı talep eden Mehmet Bekaroğlu’nun kaleminden okuyacağız.

İsrail’i mercek altına alacağımız 8. sayımızda buluşmak dileğiyle...


No comments: