Tuesday, October 7, 2008

(PORTRE) Cem Konuralp- Doğu'nun Büyük Kaybı: Cengiz Aymatov


Türk ve dünya edebiyatının en büyük isimlerinden Cengiz Aytmatov, artık ölümsüzlük yurdunda…

O, ölümsüzler katına yükselmeyi çoktan hak etmiş bir bilge insandı; toprağından ve kültüründen aldıklarını cömertçe bütün insanlığa vermesini bildi. Her kitabı bunun canlı birer şahididir.

Aytmatov’un doğduğu topraklar, dünyanın en büyük destanı olan Manas Destanı’nın ruhları nakışladığı diyarlardır. Hiç şüphesiz, daha çocuk yaştan itibaren Cengiz Aytmatov, Manas’ın havasını kalbine ve ruhuna doldurmuştu. O büyüyünce sanki yeni çağın Manasçısı olacaktı ve oldu da… Çünkü o Manasın has çocuğuydu...

Cengiz Aytmatov dünyanın en büyük yazarlarındandır. O, birbirinden güzel hikâyeler, romanlar yazdı. “Cemile” için Fransız şairi Louis Aragon “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” diyor. Sonra “Selvi Boylum Al Yazmalım”… Yönetmen Atıf Yılmaz tarafından 1977 yılında çevrilen, Kadir İnanır ile Türkân Şoray'ın başrollerini paylaştığı Türk sinemasının en unutulmaz filmlerinden olan ''Selvi Boylum Al Yazmalım'' Cengiz Aytmatov’un romanından sinemaya aktarılmıştı. Cahit Berkay'ın müziğiyle Türk halkının hafızasında silinmez iz bırakan film, aşka çok çarpıcı ve değişik bir bakıştı.

Eserleri arasından daha nicesini film olarak seyrettik: Cemile, Elveda Gülsarı, Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi gibi… Sinemanın diliyle de çok güzeldi anlattıkları ve milyonların hayranlığını bu yolla da kazandı.

Aydınlar arasında sıkça kullanılan ''mankurt'' veya ''mankurtizm'' kavramının isim babası da Cengiz Aytmatov'dur... Aytmatov, insanın kendi özüne yabancılaşması neticesinde şahsiyetini ve kültürel hafızasını kaybetmesini, zihni yönden köleleşmesini, eserlerinde ''mankurtizm'' kavramıyla çarpıcı bir şekilde izah ediyordu. ''Beyaz Gemi'', ''Gün Olur Asra Bedel'', ''Cengiz Han'a Küsen Bulut'', ''Dişi Kurdun Rüyaları'' gibi romanlarında Aytmatov, ''mankurtizme'' sıkça yer veriyordu. ''Gün Olur Asra Bedel'' adlı romanında hafızası silinen, yani mankurtlaştırılan oğul, annesi Nayman Ana'yı öldürürken, aslında kendi geleceğini katletmiş oluyordu. Annenin temsil ettiği barış, sevgi dolu yaşatıcı ve kapsayıcı değerler bütünü, mankurtlaştırılmış, robot hâle dönüştürülmüş kişilikler için hiçbir önem taşımıyordu... Aytmatov, Sovyetler Birliği'nin baskıcı idaresi altında dahi eserlerinde insan hürriyetini savunmuş ve bunu cesurca işlemekten çekinmemiştir. Romanlarında mankurtlaştırmaya karşı çıkan Aytmatov, insanı dirilmeye, uyanmaya, aktif olmaya, töresine, örfüne, geleneğine ve geleceğine sahip çıkmaya çağırıyordu. Bozkırın o yoksul ve çaresiz insanları onun eserlerinde öylesine güzel anlatıldılar ki, her biri bozkırın yanık bir türküsü olarak kulaklarımızda çınladı; onların hayatlarına biz de ortak olduk.

Cengiz Aytmatov, Anadolu’dan değildi, Türkiye’den çok uzaklardandı. Ama bütün okuyucuları onu sanki bu toprağın, Anadolu’nun insanıymış gibi gördü; öyle benimsedi. Toprak Ana diye anlattığı ha Kırgızistan toprağı idi, ha Anadolu… Fark eden bir şey olmadı… Çünkü Aytmatov’un romanlarında anlatılan coğrafya bizim de ata topraklarımızdı; en azından sezgileriyle okuyucu bunun farkındaydı…
Aytmatov, Orta Asya Türk soylu halkların efsanelerinde, destanlarında, masallarında ve türkülerinde dile getirilmiş birikimleri, etkileyici bir dille bugünün okuyucularına ulaştırmış, milletinin evlatlarına bu zenginliği yeniden hatırlatmış; eserleriyle hem Türk soylu halkların kültürel miraslarının zenginliğine katkıda bulunmuş hem de eserlerinin çevrildiği dillerin okuyucularının bu mirasa tanıklık etmelerini sağlamıştır.
Ona Nobel Edebiyat Ödülü’nü vermediler! Vermeyişlerinin sebebi tahmin edilebilir… Biz buna hiç üzülmedik; çünkü bu ödülün hangi siyasi mülahazalarla verildiğini çok iyi biliyoruz. Cengiz Aytmatov’a elbette verilmezdi; ödülcülerin ölçülerinin dışında kalıyordu… İyi ki dışında kalıyordu; bizler onu bu “dışında kalma” hâliyle daha çok sevdik. Gönlümüzde en yüksek payeleri, en büyük ödülleri ona verdik.

Bir yazar olarak, bir edebiyatçı olarak o bahtiyar bir insandı ve bu fani âlemden bahtiyar olarak ayrıldı… Söyleyeceklerini söyledi, yazacaklarını yazdı… Yazdığı eserlerin yüzlerce dile çevrildiğini gördü, yüz binlerce insan tarafından okunmanın hazzını yaşadı ve böylece mesajını bütün dünyaya ulaştırdı.

Şimdi söylediklerine kulak verme, yazdıklarını tekrar okuma zamanıdır…

Aytmatov aramızdan ayrılmış olsa da, o bundan böyle eserleriyle yaşamaya devam edecektir… Malum olduğu üzere, büyük yazarlar ölümsüzdür…

***
Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan'ın kuzeyindeki Talas Eyaleti'nin Şeker Köyü'nde dünyaya geldi. Aytmatov, eğitim için köyünü terk ederek Kazakistan'a gitti, Cambul Veterinerlik Teknik Okulu'nu bitirdi. Bişkek’teki Tarım Enstitüsü’nde okudu.

Ardından Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne gitti ve 1956 ile 1958 yılları arasında Moskova’da eğitimine devam etti. Edebiyat hayatına Moskova’da atılan Aytmatov, bu yıllarda Pravda gazetesinde çalıştı. Ardından, yazdığı eserlerle üne kavuştu.
İlk eseri Cemile’yi 1958'de çıkaran Aytmatov, 1963 yılında, "İlk Öğretmen, Deve Gözü, Cemile ve Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı hikâyelerinden oluşan "Steplerden ve Dağlardan Hikâyeler" adlı kitabıyla Lenin Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1968'de "Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü'nü aldı ve Kırgızistan'ın millî yazarı seçildi.
Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, kahramanlıklarının yanında halkının içine düştüğü zor durumları çelişkileri, yaşadığı acıları da anlatmış; problemlerin çözümlerine dair ipuçlarını vermiştir. Eserlerinde kendi ifadesi ile 'tipik insan'ı ortaya koymaya çalışmış; geçmişi bilmek ve tarihi mirasa sahip olmakla her türlü meselenin üstesinden gelinebileceğini göstermiştir.
Eserleri Türkçenin yanı sıra 157 dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de Kırgız Yazarlar Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine getirildi.
1966'da SSCB Yüksek Sovyet'i üyeliğine seçildikten sonra, 1967'de SSCB Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi olan ünlü yazar, 1968'de Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü'nü aldı. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, Kırgızistan Meclisi'nde Talas Bölgesi Milletvekilliğinin yanı sıra Kırgızistan'ın Benelux Devletleri büyükelçiliğini de yaptı. Uluslararası Cengiz Aytmatov Vakfı Onur Başkanlığı'nın yanı sıra Aytmatov, uluslararası diyalog çalışmalarıyla da tanınmaktadır.
2003'te doğumunun 75. yıl dönümü devlet töreniyle kutlanan Aytmatov, o yıl dönemin Cumhurbaşkanı Askar Akayev tarafından "Altın Madalya" ile ödüllendirilmiştir.
20. yüzyılın en büyük romancılarından biri olarak ifade edilen Kırgız yazara 2006’da Elazığ’da “ Türk Dünyası Hizmet Ödülü” ile Fırat Üniversitesi tarafından ''Fahri Doktora'' unvanı verilmiş, Türk Edebiyatı Vakfı’nca da “Türk Dünyası’nın Yaşayan En Büyük Yazarı” beratı sunulmuştu.
Cengiz Aytmatov, 'Gün Olur Asra Bedel' romanının film çekimleri için gittiği Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan'da 16 Mayıs'ta rahatsızlanmış, böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi için Almanya'ya getirilmişti. 10 Haziran 2008 tarihinde Almanya'da vefat etti.
14 Haziran Cumartesi günü resmi törenle Bişkek yakınlarındaki Ata-Beyit Anıt Mezarlığı'nda defnedildi. Ata-Beyit Anıt Mezarlığı, 1938 yılında Stalin döneminde ülkenin önde gelen aydınlarının kurşuna dizildiği yerdir. 1990'da ortaya çıkarılan toplu mezarlıktaki aydınlar arasında, Aytmatov'un babası Törökul Aytmatov da bulunuyor. Kırgızistan hükümeti bağımsızlıktan sonra Ata-Beyit'teki katliam kurbanları için anıt yaptırdı. Aytmatov, katliam kurbanlarından sonra, Atabeyit'e defnedilen ilk kişi oldu.


doğudan, sayı 6 (Temmuz-Ağustos 2008)

No comments: