Tuesday, October 7, 2008

(KÜLTÜR-SANAT) Mert Tokur- Bulaşmayan Özgürlük


Ken Loach yeni filmi It's a Free World'le (İşte Özgür Dünya) 'özgür dünya'dan hoşnutsuzluk yaratan bir kesit sunar. Özgür Dünya tanımı soğuk savaşın içinden çıkma bir tanım olarak görülebilir. Çünkü bu tanım, soğuk savaş yıllarında büyük bir işlev üstlenmiştir. Tanımın işlevi, kapitalist blokla sosyalist blok arasındaki farkı gösterebilmektir. Kapitalist dünyanın üzerine yerleştiği bu fark[1], sosyalist dünyanın baskıları ve tek tipliliğine karşılık, kapitalist dünyanın farklılıkların beraber yaşadığı bir dünya olduğunu anlatma işlevini üstlenir (sürekli paranteze alınan rekabet koşullarında tabii). Öyleyse 'özgür dünya' tanımı, sosyalist blok çöktükten 15 yıl sonra ne anlatabilir?

Ken Loach'un son filmi It's a Free World, 'özgür dünya'nın beşiklerinden İngiltere'de, bu sorunun içinde gezinir. Film özgür dünyada geçer: İngiltere'de. Göçmen işçilerse filmde 'özgür olmayan dünya'nın temsilcisidir. Özgürlük vaadinin onlara yönelik olduğu düşünülebilir. Yoksulluktan veya baskılardan, gönüllü veya zorunlu olarak kaçan göçmen işçiler bir özgürlük vaadine taşınırlar. 'Özgür olmayan dünya'dan taşınanlar, taşındıkları yerde kamplarda kalan göçmen işçiler olur. Böylece film, 'özgür olmayan dünya'nın 'özgür dünya' tarafından nasıl içerildiğini gösterir. 'Özgür dünya', 'özgür olmayan dünya'yı içine aldığı halde dışarıda tutmaya devam eder; kendi 'özgürlüğünü' ona bulaştırmaz. Burada sorulması gereken insanların gerçekten de özgür olup olmadığı sorusu yerine, özgürlük kelimesinin/vaadinin nasıl iş gördüğüdür. Özgürlük, özgür olmayana değilse kime vaat edilir? Özgürlük, işleme geçen bir vaat değil, gösteri olarak işleyen bir vaattir. Özgürlüğün yayılmaması, kendi dışına açılmaması, özgürlük vaadinin özgürleştiremediğini gösterir ki, gösterinin devam etmesini sağlayan da zaten bu “gerçekleşmeme”dir. Özgürlüğün iyi bir şey olduğu bile söylenmez, 'buranın' özgür olduğunun söylenmesiyle yetinilir. Filmin adı bir teşhirden ibaret değildir. 'Özgür dünya'nın aslında özgür olmadığını göstermekten ziyade, özgürleştiremeyen bir özgürlüğün resmini ortaya koyar.

Göçmen işçiler It's a Free World'ün gizli öznesidir. 'Özgür dünya' çağrısı onlara yöneliktir ama Ken Loach'un anlattığı hikâye göçmen işçilere ait değildir. Ken Loach bu sefer işçi sınıfının hikâyesini anlatmak yerine, sınıfsal mücadele içinde diyagonal biçimde yol almayı tercih eder. Patronlarının tacizine ses çıkardığı için işten atılan kadın çalışan Angie yerini, gözünü para hırsı bürümüş acımasız patrona bırakır; ama bu yer değiştirme bireysel hiçbir değişim olmaksızın gerçekleşmiştir. Şirketin kodamanları tarafından taciz edilen Angie buna razı olmaz; ertesi gün işten atıldığını öğrenir. Şirket Angie'yi bir eşiğe taşır, artık işi kalmayan Angie bir şey yapmak zorundadır. Hukuka başvurmak kolay vazgeçtiği bir seçenek olur. Başka bir işe girmek gibi bir seçeneğiyse düşünmez bile. Arkadaşı Rose'la konuşur, onun tahsiline rağmen paspas muamelesi gördüğünü söyler. Angie, Rose'la birlikte paspas muamelesi görmekten, yani mazlumluktan çıkışın yolunu arar; bu yolun kendi işlerini kurmaktan geçtiğini düşünürler. Angie'yi harekete geçiren, tacize uğrayan bir kadın veya istismara uğrayan bir çalışan olması değil, hayatını değiştirme arzusudur. Öyle ki Angie taciz edildikten sonra bu durumu bir kere daha anmamıştır; bununla mücadele etmek bir yana bundan şikâyet ederken bile karşımıza çıkmaz; onun asıl meselesi bir paspas olmaktan kurtulmaktır. Kendi deneyimi başkalarınınkiyle birleşmediğinde paspas muamelesi görmekten, paspas muamelesi yapmaya giden yol o kadar uzun sürmez.

Kişiliklerde hiçbir değişme olmaksızın bir konumdan diğerine geçilir, böylece bireyler silinir. Kimin iyi kimin kötü, kimin zalim kimin mazlum olduğunu sormak hiçbir işe yaramaz. Bireyler yerlerini çizgilere bırakır; bunlar bireylerin içinden geçen çizgilerdir ve her biri toplumsaldır. Bireyler -kişilikler, bunlar siyasi mistifikasyon olarak iş görürler ve konumlar/çizgiler arasındaki güç mücadelelerinin üstünü örterler. Bireyler önemsizleştiğinde elimizde kalan çıplak bir siyasettir. Söz konusu olan güç mücadeleleridir ve bu mücadele işçiyle patron, erkekle kadın, göçmenle yerli arasında sürer. Bu çizgiler birbirleriyle kesişir ve ayrışırlar; birbirlerinden bağımsız oldukları için değil, zalim ve mazlum çizgiler bağdaşık olmadığı için.

Angie'nin hikâyesi
Loach'un hikâyesi Angie'yi anlatır. İşyerlerine göçmen işçi ayarlayan bir ajansta çalışan Angie, işten kovulduktan sonra arkadaşı Rose'la beraber bir ajans kurar. Angie ve Rose giderek zenginleşecek, bununla beraber sıklıkla kendilerini göçmen işçilerin karşısında göreceklerdir. Rose Angie'ye işçilerin kendilerine bakışlarından sarsıldığını belirtince, Angie onlardan korkmalarına gerek olmadığını, işçilerin kendilerine müteşekkir olmaları gerektiğini söyler. Angie'nin 'aslında iyilik yaptığı' düşüncesi babasıyla olan sohbetinde de ortaya çıkar. Babası ona bu işçilerin asgari ücret alıp almadığını sorduğunda, o bu insanların kendi yurtlarında aç olduğunu söyleyerek cevap verir. Ancak sohbetin sonlarına doğru pozisyonlar belirginleşir. Angie babası gibi yoksul kalmak istemediğini söyler. Babasıyla yaptığı sohbette olduğu gibi, filmin ilerleyen dakikalarında da pozisyonlar belirginleşecektir. Angie başta kullandığı başkalarına da iyilik yaptığı yolundaki söylemini tamamen terk edecektir. Rose onun para kazanmak için her şeyi yapabileceğini söylediğinde bu söz cevapsız kalır. Loach soyut bir iyilik kavramını başarıyla eritmektedir. Elimizde kalan neyin iyi olduğu yolunda soyut bir soru değil, neyin, kim için iyi olduğu yolunda somut bir sorudur.

Anlatılan Angie'nin hikâyesiyse, göçmen işçiler hikâyede nasıl içerilir? Angie işveren değil aracıdır, ama o işçilerin tek muhatabıdır. Sınıf çelişkisi aracıyı içine alacak bir şekilde genişler. Sınıfsal çelişki, emeğiyle geçinenler ve yine aynı emekle zenginleşen başkaları arasında kurulur. Angie'nin esas patrondan aldığı çek karşılıksız çıktığında işçiler paralarını isterler. Angie çeklerin karşılıksız olduğunu anlatır ve çekleri gösterir. İşçiler zor durumda kaldıklarını sinirle anlatırlar. Angie'nin açıklaması işçilerin öfkesini dindirmez ama erteler. Angie'yi yolda gören bir işçi ona saldırır ve onu hırpalar. Ama Loach, bizim Angie'nin de mağdur olduğunu düşünmemize müsaade etmez. Akşam Rose'la Angie paralarını bölüşürler. Rose, iyi para kazandıklarını bu paranın bir kısmının işçilere de verilebileceğini söylese de Angie “Burası özgür dünya, istediğini yap” diyerek ve kendi payını alarak konuyu süratle kapatır, Rose da fazla ısrar etmez. Rose'a parayı işçilerle paylaşma fikrini düşündüren şeyin, ne kadar iyilik fikrinden, ne kadar da Angie'nin uğradığı saldırıdan kaynaklandığı bilinmez. İşçiler kendi isteklerini belirginleştirdikçe, Rose ve Angie'nin yaptıklarının onlar için iyi olan şey olmadığı da belirginleşir. Sınıfsal ihtilafı belirginleştiren ancak işçiler olabilir. Patronun bakış açısı, zaten arada bir ihtilaf olmadığı yönündedir. Bu sahnenin ardından eve bir taş atılır. Taşa sarılan kâğıdın üstünde 'hırsız' yazmaktadır. Rose ve Angie'nin korkularının büyüdüğünü görürüz, onların büyük patronlardan farkı, kazandıkları paranın hesabını veremeyeceklerinden polisi yanlarına çağıramamalarıdır.

Angie ve Rose'un ajansı enformeldir ve film boyunca yasayla olan ilişkileri derinleşen bir kriz olarak vuku bulur. Angie bir süre sonra bütün işlerin kayıt altına alınacağını söyler durur, bunun için altı ay süre ister. Bu diyalog Baba II'de (The Godfather II) karısına ailenin bütün işlerini en yakın sürede yasallaştıracağını söyleyen Mike'ı hatırlatır. Mike'ın inanmadan, Angie'ninse inanarak konuştuğu söylenebilir; ama bu kesinlikle sonucu değiştirmez. Benzerlik kesinlikle niyetlerinde değildir, ama işler niyetlerden bağımsız ilerler. Kârın kendisi ancak yasadışı yollardan büyüyebiliyorsa bütün işler nasıl yasallaşabilir ki? Yasadışı kârdan yasal kâra geçmek için hiçbir sebep yoksa bu yasadışının yasanın o kadar da dışında olmaması yüzündendir. Yasal olanla olmayan arasındaki ayrım zannedildiği kadar kesin değildir, piyasa aradaki farkı ustalıkla siler.[2] Esas ayrım güçler arasındadır, hukuk da bu güç mücadelesinde yerini alır. Çalıştığı bir adam Angie'ye yasadışı göçmenlerle çalışmasını tavsiye eder. Onlara çok daha rahat söz geçirilebilmektedir, onlar yurttan atılma tehdidinden sakınarak her koşula razı olmaktadırlar. Angie işin enformel olmaktan tamamen yasal olmaya doğru gideceğini söylerken işler ters yönde ilerler. Bir yasallık eşiğine doğru ilerlemesini, yani bütün işleri yasallaştırmasını beklediğimiz Angie, başka bir eşiği aşar ve yasadışı göçmen işçilerle çalışmaya başlar. Hukukun dışına atılanlar, piyasa tarafından muazzam bir kâr payı olarak içeri alınır. Angie, sahte pasaportun karşılığında her birinin 20 sterlinine daha el koyar.

Anlatılan Angie'nin hikâyesi olsa da, Loach onunla özdeşleşmemizin önüne set çeker. Loach'un başarısı, sınıfsal ihtilafı diyagonal kesen bir çizgi oluşturması, bizi kesişme noktalarından geçen bir hikâyenin içine taşımasıdır. Angie'nin hikâyesi, beraber olduğu Polonyalı Karol'un, ortağı Rose'un, kızının işçilere davranışını yadırgayan babasının, uğruna birçok şey yaptığı oğlunun, evine aldığı İranlı Mahmud'un ve ailesinin, peşinde koştuğu işyerlerinin, paralarını vermediği işçilerin, dayak yediği işçinin ve umut vaat ettiği işçilerin hikâyesini içerir. Angie'ye sadece kendi gözünden değil, birçok gözden bakarız, film Angie'nin değil, onun ilişkilerinin içinden geçer. Hikâyesi anlatılan Angie'yi neredeyse hiç yalnız görmeyiz, onun yalnızlığının bizim açımızdan önemi de yoktur. Angie sürekli birileriyle ilişki halindedir. Onun bencilliği bir yalnızlık anında belirmez, bu ilişkilerin içinde yeşerir. Bencilliğin açmazı, onun için başkalarına muhtaç olunmasıdır. Bencillik başkalarıyla ilişki kurmamaktan değil, bütün ilişkileri kendi hesabına kâra çevirmekten geçer.

Angie'nin bencilliği, bir şirkete vereceği göçmen işçilere yer ayarlamaya çabalarken tepe noktasına ulaşır. Kendi işçilerini koyacak yer bulamadığında yasadışı göçmenlerin kampını ihbar eder. Böylece kendi getireceği işçilere yer açmış olur. Yasadışılık bir kez daha kâr payı olarak içeri alınır. Ancak bu kadarını kabullenemeyen Rose'la yolları ayrılır.

Filmin sonlarına doğru, Angie'nin oğlu Jamie, sipariş ettikleri pizzaları almak için kapıya gider ama uzun süre gelmez. Onun yerine Angie'den paralarını alamayan işçiler olduğu anlaşılan maskeli birkaç kişi girer. “Sen oğlunu bizimkilerden değerli mi sanıyorsun?” diyen işçiler paralarını isterler ve evdeki paranın bir kısmına da el koyarlar. Angie paraların kuruşu kuruşuna ödeneceğini söyler. Maskeliler çıktığında Jamie döner, kimliklerini belli etmeden onu dışarıda tutmuşlardır. İşçiler paralarını, bir şekilde güçlerini göstererek alırlar. İşçinin sözlerine kıymet veren o sözlerin doğruluğu değildir. Filmde benzer sözler çokça yankılanmıştır. Bu sözler, kıymetini yaptırım gücünden ödünç alır. Güç dengesi bir anlığına yer değiştirir ve işçiler bununla Angie'ye kendilerini dinletebilir.

Bizi Angie'ye bir yaklaştırıp bir uzaklaştıran şey, onun bir mazlum bir zalim olmasıdır. Patronu tarafından tacize uğrayan kadın kendi ajansını kurar, oğluna iyi bir hayat vermek için çalışır. İşverenden işçilerin parasını alamaz ve işçilere de veremez; ama bu işçiler üzerinden gayet iyi para kazandığını görürüz. Bunun üstüne bir işçiden dayak yer. Kendi çağıracağı göçmenlere yer açmak için gidecek yerleri olmayan diğer göçmenlerin yaşadığı kampı polise ihbar eder. Ertesinde para vermediği işçiler evini basar ve oğlunu rehin alır. Bütün bunlara rağmen filmin sonunda işine aynı şekilde devam ettiğini görürüz. Kimin mazlum kimin zalim olduğu gösterilmez, mazlumlar ve zalimler yer değiştirir. Angie, mazlum pozisyonundan zalim pozisyonuna kişiliğinde bir değişme olmaksızın geçer. Bugün mazlum olmak, yarın zalim olmamanın bir garantisi değildir. Bu yer değiştirmeler sayesinde mazlumla-mağdurla özdeşleşme eğiliminin önüne geçilir filmde. Bu gereklidir çünkü mağdurla özdeşleşme isteği, güç dengelerinde hiçbir değişim yaşanmaksızın gücün olumsuzlanması anlamına gelir; bu da dünyayı değiştirebilecek kudretin soğurulmasına yol açar. Mazlumluk-mağduriyet, olumsuz bir uğrak, sınıfsa olumlu bir uğraktır. Mazlumluk güçsüzlüğe, sınıfsa kurucu güce gönderme yapar. Sınıfı belirleyen ayrım mazlumlarla zalimler arasından değil, dünyaya sahip olanlarla onu değiştirmeye muktedir olanlar arasından geçer. Loach bu filmiyle siyasetin aslına, yani çoktandır farklılıkların ifadesi olarak anlaşılan siyaset anlayışından, güç/iktidar mücadelesine rücu etmektedir.

Göçmenlerin genelde göç, köken, kimlik bağlamında ve entegrasyon sorunu olarak tartışıldığı bir zamanda Loach, göçmenleri birer işçi olarak ele alır. Burada da göç hikâyeleri vardır tabii. İranlı Mahmud baskıdan kaçtığını, Doğu Avrupa'dan gelenlerse orada iş bulamadıklarını anlatırlar. Ancak köken hikâyeleri her türlü ayırıcılığından sıyrılmıştır. Karol'un tabiriyle “Londra'daki üçüncü dünya”da çıkarlar ortaklaşmış, saflar belirginleşmiştir. Sınıfsal saha dinamiktir ve her seferinde mücadeleyle yeniden kurulur. Ken Loach bu filmde de daha önce yüzdüğü sulardan uzaklaşmaz. Bu filmle sınıfın bir kimlik değil, mücadelenin üzerinde gerçekleştiği bir saha olduğunu bir kez daha görürüz. Filmin son sahnesindeyse, atlattığı tüm badirelere rağmen Angie, filmde anlaşıldığı üzere daha da büyüttüğü işinin başındadır. Başına gelenlerin hiçbiri Angie'yi yolundan çevirmeye yetmez. Film bitmemiş olduğu hissini vererek biter; mücadele devam etmektedir.

[1] Bu fark, genellikle totaliter rejimlerle demokratik rejimler arasındaki fark olarak tarif edilir. Bu ayrım gayet muğlaktır. Demokrasi nerede biter ve totalitarizm nerede başlar? Demokratik sayılamayacak ama totaliter de denilmeyen birçok rejimi bir kenara koysak bile, ABD McCarthy'ciliğini anmak da bu ayrımın yapaylığını görmek için yeterli.
[2] Yasal ve yasadışı kazancın farkını silen bir piyasa olmadan mafya tarzı bir örgütlenme de imkânsız olurdu. Mafyanın esas başarısı, yasanın dışına çıkabilmesi değil, yasaya yeniden girebilmesidir. O, yasaları çiğner, ama bunu herkes yapabilir. Mafya bunu suç işlemeksizin gerçekleştirir. Piyasada her şey mübadele değeri olarak içerilir. Yasal ve yasadışı kazanç burada eşitlenir.


doğudan, sayı 6 (Temmuz-Ağustos 2008)

No comments: