Tuesday, October 7, 2008

(KÜLTÜR-SANAT) Mert Tokur ve Müge Karahan- Persepolis'in Devrimi


Egemenlerce yazılan tarih kurgusunda kadınların imzaları belirsiz ve etkileri azdır. Kadının tarih içinde sesini duymak zor olsa da tarih kadın üzerinden konuşulmaktadır. Bazı örneklerde de kadınlar, kendilerine verilen görevler bağlamında tarih yazımına katkıda bulunurlar ama bununla bile nesne olarak içerilmekten kurtulamazlar. Persepolis, bu bağlamda bir kırılma yaratarak tarihi kadının gözünden çizmiştir ve yazar kendi iradesiyle kalemi eline almıştır. Bu bağlamda yazar, görevi uğruna tarih aktarmaya kalkmaz; tarih yazımına doğrudan katkıda bulunur.

Marjane Satrapi'nin anlatısının odağında İran 1979 Devrimi bulunur. Satrapi’nin hikâyesinde İran Devrimi, Türkiye içinde gerçekleşen bir tartışmanın da göbeğine oturmuştur. Uzun bir süre şeriat korkusunun ifadesi olan devrim, en çok kadının konumu üzerinden tartışılmıştır. Bu tartışmanın somut karşılığı da türban olagelmiş ve Türkiye'de türbanın nerelerde kullanılabileceği mevzusu da rejim sorunu haline gelebilmiştir. Türban bir özgürlük mü yoksa bir baskı aracı mıdır? Bu sorunu bir rejim sorunu olarak değil, kadınların bir sorunu olarak ele almak gerekir... Kadının özgürlüğünün soyut bir mesele olarak ele alınması, kadının gündelik hayatta özgürleşmesinin önüne geçer. Tartışılması gereken, kadının gündelik olarak yaşadığı özgürleşmeler ve tabi olduğu baskılar, denetimlerdir. Rejim açısından teorik ve ideolojik olan bu sorun, kadının yaşamı bağlamında pratik ve hayati bir meseledir. Özgürlük bir temsil sorunu değil, var olma sorunu olarak ele alınmalıdır. Sorunu böyle ele alarak, kadının siyasi bir sembol gibi kullanılmasının önüne geçilebilir.[1] Bir tarafta kadın üzerinden rejim sorununu tartışan adamlar (din adamları, devlet adamları, bilim adamları, rektör adamlar ve olaya kendi sorunları olarak değil, rejim sorunu olarak yaklaşan kadınlar) diğer taraftaysa kendi hayatlarını, korkularını, isteklerini tartışan kadınlar bulunur. Bu tartışmanın gerçek ve dolaysız muhatabı kadınlardır ve onların sesine kulak vermeyen tartışmalar özgürleşmenin önünü açmak yerine, egemenlerin yeniden-konumlanmasına yol açar. Satrapi, tarihi bir anın içinden kadın olarak konuştuğu için resmi tarihin içinde bir çatlak oluşturur.

Satrapi’nin hikâyesi ailesinin tarihini de içine alır. Marji küçükken dedesinin prens olduğunu öğrendiğinde gururla karışık bir sevinç yaşar ve annesiyle büyükannesinin anılarını dinlemek üzere kulak kesilir. Okuyucular/izleyiciler hem bir ailenin hem de bir ülkenin tarihini küçük bir çocuğa anlatılanlar aracılığıyla öğrenir. Satrapi’nin anlatımında kendisinden ayrı iki kadın daha öne çıkmıştır. Ninesi ve annesi, hem Marji ile ilişkileri bağlamında hem de kadın olarak gerçekleştirdikleri mücadeleleri ve direnişleri bağlamında hikâyenin içinde görünür bir biçimde konumlanmışlardır. Hikâyeyi en basit ayrıntısına kadar (kişisel ve tarihsel bağlamda) çizen, kadının gözüdür ve bu nedenle de Persepolis tam anlamıyla bir kadın filmi/romanıdır. Bu sayede İran Devrimi'ne bakmak, hem de kadının gözüyle bakmak mümkün hale gelir.

Satrapi'yle birlikte devrime dar bir pencereden bakarız ki pencere gerçekten baktığımız, müdahil olamadan bakmamızın önünü açan bir çerçevedir. Dolayısıyla Satrapi ile birlikte, devrime korkular veya isteklerle kurulan tevatürler üzerinden değil gerçekten bakarız. Bu pencereden görülenler ise, Satrapi'nin kendi deneyimleri olduğu kadar ailesinin ona miras bıraktığı deneyimlerdir. Böylece bu dar pencereden tarihin en önemli anlarından birine tanıklık edilir. Pencerenin darlığı, Satrapi'nin düşüncelerinden veya dargörüşlülüğünden kaynaklanmaz. Aksine Satrapi başkalarının hikâyesini de kendi hikâyesine katabilen geniş bir görüşe sahiptir. Pencerenin darlığının nedenleri, daha ziyade Satrapi'nin konumlanmasıyla ilgilidir. Bu konumlanış, ailenin muhalif geleneği kadar, hali vakti yerinde bir aile olmalarına da bağlıdır. Satrapi genişgörüşlülüğü ve başkalarının hikâyelerini de kendi hikâyesine katabilmesi sayesinde bu konumu(nu) bir çelişki olarak yansıtabilmiştir. 6 yaşındayken, hizmetçileriyle aynı masada yemek yemiyor oluşlarından ve cadillac marka arabalarından rahatsızlık duyması da bunu gösterir.

Konumlanışı itibariyle Satrapi, devrimi sırf ideolojik bir dönüşüm olarak ele aldığında yanılır. Satrapi'nin devrimciliğe tutunduğu nokta aile yakınları ve adaletsizlikten rahatsız oluşudur. Satrapi'nin anlatısı içinde devrimle başka bir nokta üzerinden temas kuramayız. Devrimin öncesinde görülmeyen İslamcılar, devrimden sonra birden ortalığı ele geçirmiş gibidir. Devrim arifesinde devrimcileri sahipleniriz. Devrimin sonrası, Satrapi ailesinin devrimci dostları için de müjdeli bir haberdir. Bu süreçte hapisten çıkan iki arkadaşları da vardır. “Şahın gittiği gün ülke, tarihinin en büyük bayramını yaşadı” derken Satrapi bayram havasında mutluluk yaşayan insanları büyük bir resmin içinde gösterir. Resimde türbanlı kadınlar ve sakallı adamlardan hiçbiri yoktur. Ancak Temmuz 1982'de bambaşka bir manzarayla karşılaşılır. Tahir amcası hasta olduğunda, karısının vize alması gerekir. Vize için izin alması gereken hastane yöneticisi, yengesinin eski temizlikçisidir. Yeni yönetici (eski temizlik işçisi), kadının tedavi için pasaport isteğini “Allah isterse düzelir” şeklinde yanıtlar. Kadın şöyle der: “Bu sersem temizlikçi bir sakal bir takım elbiseyle hastane yöneticisi olmuş! Kocamın kaderi bu temizlikçiye bağlı! Şimdi öyle dinci olmuş ki, kadınların gözlerine bakmıyor sefil salak!” Bu sözlerde, dini yobazlığa ve sınıfsal alt üst oluşa verilen tepki birbirine karışır. Bu yobaz temizlikçi, devrimin bedenidir.

Hikâye, Marji'nin İran'dan kaçmasıyla İran'ın dışına taşarak Avusturya ve Fransa'ya da taşınır. Marjane, Avusturya'da kökleriyle gerilim yaşar. Bundan sonrasında bir yanda köklerine bağlı kalma diğer yandaysa geldiği topraklara uyum sağlamanın gerilimini içinde büyütür. Avusturya'da diğer arkadaşları gibi yaşamaya başlayan Marjane, ailesinin içinde yaşadığı savaşı ve zor durumu düşünerek kendini suçlu hisseder. Marjane'ın değişiminin zorluğu onun kadınlığına da bağlıdır. Aynı şekilde bu ülkeye taşınacak bir erkek “cinsel devrim”le karşılaştığında muhtemelen bu kadar zorlanmayacaktır. Erkeğin köklerinden kurtulması kolayken kadınınki çok daha zor olmaktadır. 'Yozlaşma' kavramının en çok kadın üzerinden tarif edilmesi de bunu gösterir.

Satrapi’nin çizgi romanında, kadınsı/kadınca kaçış ve direniş yöntemleriyle karşılaşırız. Bir düzene karşı çıkmayla ona entegre olma arasındaki konumlanışların kadınsı tezahürlerine tanık oluruz. Akşamları gizliden, perdelerin ardında yapılan eğlenceler, rejime muhalifliğini birkaç saç tutamıyla gösteren kadınlar, kız arkadaşların beraberce başörtülerini çıkartıp çığlık çığlığa araba sürmeleri, Marji’nin, okula yetişmek üzere koşarken kalçaları çok belli oldu diye kendisini uyaran arabalı devrim muhafızlarına meydan okuyarak “o zaman siz de kıçıma bakmayın” diye bağırması, kaçışı ve direnişi örneklemektedir. İşin ilginç yanı, Satrapi ailesinin bu kadınsı direnişlere karşı koymak yerine bunları içine almasıdır. Öyle ki, aile Marji’nin erkek arkadaşıyla yakalanmasına, bu nedenle ödedikleri yüklü miktarda para cezasına rağmen müdahale etmez. Bunun gibi, küçük çocuklarını kız başına Avrupa'ya göndermeleri de izleyicileri şaşkınlığa uğratır. Marji’nin ülkenin dışına çıkması için özellikle annesinin ısrarcı olması, hatta kızına geri dönmeyi yasaklaması da bu bakımdan dikkat çekicidir. İran'da kadın olarak hayatı zorlaşan annenin bu tavrı, kızını aynı zorluklardan kurtarmak için yüklendiği fedakârlık olarak görünür. Bu çağrının babadan daha güçlü bir şekilde anne tarafından dillendirilmesi, ailenin koruyuculuğunu değil, kadınsı bir ortaklaşmayı işaret eder ve çizgi romandaki kadın çizgilerini daha da koyulaştırır. Bu bağlamda, Satrapi sınıfsal konumunun çelişkisini de içinde taşırken İran Devrimine kendi penceresinden bakarak kadının sesi olabilmiştir.

Satrapi, Marjane. 2007. Persepolis, Çev. Şule Çiltaş, Ankara: Minima Yayıncılık



[1] Kadın temsili, Türkiye'de başı açık cumhuriyet kadınında hayat bulurken, İran'da türbanlı kadında hayat bulur. Kadın açısından iki rejim arasında mütekabiliyet kurulabilir. İkisi de gerçekten yaşayan kadınla değil, olması gereken kadınla ilgilenmişlerdir. Kadınların özgürleşmesiyse, temsil edilmeleriyle değil, onların kendi adlarına konuşmasıyla gerçekleşebilir.


doğudan, sayı 7 (Eylül-Ekim 2008)

No comments: