Thursday, April 3, 2008

Sıfırıncı Sayı / Kültürel Tahakküm - Aydın Çubukçu


Emperyalizm, ilk önce en görünür yanlarıyla algılanır. Piyasayı kaplayan kimi tüketim malları, giyim-kuşam ve alışılmış-geleneksel olana yabancı hayat biçimleri, israf ve sefahat, “dil kirlenmesi” yabancı bir varlığın ilk habercileri gibi görünür.

Bu görüntülerin çizdiği tablo bir tepkiye yol açsa da, genellikle bu tek tek unsurların bağlı olduğu bütünlük fark edilmez. “Emperyalist kültüre karşı mücadele” denilen şey, genellikle yalnızca simgeler ya da sonuçlar düzeyinde bir teşhirden ibaret kalır ve emperyalist kültürün ideolojik içeriği ve bunun derin etkisi üzerinde fazlaca durulmaz. Sanki Mc Donalds, Coca Cola, “Amerikan tarzı yaşam”, "dil kirlenmesi" vs. gibi belirtiler olmasa, emperyalizmin kültürel etkisini ölçebileceğimiz başka bir şey kalmayacaktır!

Simgelere takılıp kalmış “mücadeleler” kısa zamanda aşınıyor ve buna karşı geliştirilen propaganda sonucunda özellikle gençlik arasında emperyalist kültür olgusunun küçümsenmesine, “mücadele”nin de anlamsız görünmesine yol açıyor. Özellikle, her gün ketçaplı köfte dükkânlarının kapısını aşındırmaya alışmış, "hayatın gerçek tadı"nı gazozlarda bulmaya koşullandırılmış bir gençlik kitlesi, bu görüntülere karşı mücadelenin gülünç olduğunu düşünüyor ve buradan emperyalist kültüre karşı mücadelenin modası geçmiş bir oyalanma olduğu propagandasına gönüllü katılıyor.

Nesnelere ve simgelere karşı “mücadele”, hamburger yerine "Tarihi Sultan Ahmet Köftesi" yemenin hayatımızı nasıl değiştireceği, blucin yerine şalvar giyilip giyilemeyeceği, kola yerine "milli gazoz" içmenin mi daha doğru olacağı, dükkân tabelalarının Türkçeleştirilmesiyle neyin değişeceği gibi alaycı soruları yanıtsız bırakıyor.

Hiç kuşkusuz emperyalizmin ekonomik egemenliğini gösteren simgeler, dildeki etkiler, hayat tarzı, özentiler, özlemler, dayatılmış bir kültürün parçaları olarak önem taşıyor ve "kitleler tarafından kucaklandığı ölçüde, birer maddi güç" olarak bütün toplumsal ilişkileri etkiliyor. Bu yüzden de, elbette mücadelenin hedefleri içinde bulunmalılar. Ama bütün bu görünüş öğelerini bir bütün olarak kavramamızı, her birinin bağlandığı temeli görebilmemizi sağlayacak daha genel ve kapsayıcı kategorilere gereksinim duyduğumuz açıktır.

Günümüzde kitle iletişim araçları, tıpkı emperyalist sermaye gibi ve onun desteğinde, sınırları aşıyor, kültürleri deliyor ve yine tıpkı ihraç edilmiş sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için gerekli araçların yaratılmasında olduğu gibi, bu üretim sürecinin gereksinimlerine uygun bir "zihniyet dünyası" yaratmaya koyuluyor.

Emperyalizmin “küreselleşme dönemi”nin kültürü, aslında eski sömürgecilik dönemlerinde uygulanan “kültür politikalarından” çok farklı özellikler göstermiyor. Ama bugün için özellik gösteren, siyasal ve toplumsal hayatımızı dolaysız etkileyen, düşüncemizi emperyalist politikalara uygun olarak biçimlendiren birkaç temel kavram seçilebilir.

Emek Düşmanlığı
Kapitalizmin değişmeyen temel tezi, toplumsal hayatın kurucu öğesinin sermaye olduğudur. Buna göre, emeğin ve emekçi sınıfların dünyadaki varlığı, geçici, üstelik rahatsızlık veren tarihsel bir zorunluluktur; bilimsel ve teknolojik gelişme, çalışmaya ve kol gücüyle çalışan insanların varlığına son verecek düzeye doğru ilerlemektedir, yakın gelecekte de emek, insanın bir özelliği olmaktan çıkacaktır! Bu düş, kapitalizm koşullarında yalnızca bir refah toplumu vaat etmekle kalmıyor aynı zamanda sınıf çelişmelerinden arınmış bir barış dünyasını müjdeliyor! Kuşkusuz burada, “emekten arınmış bir dünya” özleminin emekçi yığınlardan arındırılmış “temiz” bir dünya özlemine karşılık düştüğü görülebilir. Fakat asıl hedef, bu sınıflara dayanarak politik mücadele verenleri, bu sınıfların iktidarını hedefleyenleri “abesle iştigal” eden, “arkaik” akımlar olarak gösterme çabasıdır.
Bu propagandanın bir diğer yönü, "değer yaratmak" işlevini de emekten alarak, "bilgi"ye devretmektedir. Bilgi’ye toplumsal olarak biçilen yüksek işlevsellik, toplumsal ilişkileri sınıf ekseninde yorumlama ve değiştirme üzerine kurulu politik ve teorik zemine yöneltilmiş bir saldırıdır.

Böylece, emek düşmanlığının işçi sınıfını ve emekçileri etkisiz, gereksiz, geri bir toplumsal tabaka olarak göstermenin ötesinde anlamlar kazandığını görüyoruz. Emek düşmanlığı, birbirine bağlı temalarla kurulmuş ve kendine özgü bir bütünlüğü olduğu gözlemlenebilen emperyalist kültür saldırısının temelini oluşturuyor. En önemlilerini sayacağımız diğer argümanlar, bu temel üzerinde yükseliyor.

Bilimsel teknolojik gelişme fetişizmi
Bilim ve teknolojinin doğuşu ve etkisi insanın bilinçli emeğinden ayrı düşünüldüğü anda, fetişlik bir karakter kazanır. Tümüyle insana yabancı, hükmeden, korkutucu bir güç halini alır. Son dönem Amerikan filmlerinde en çok işlenen tema budur. Denetimden çıkmış elektronik aygıtlar, robotlar, kendi kendini programlayarak hayatı yönetmeye başlayan bilgisayarlar, "uzaydan gelen yabancılar" ve onların “uygarlıklar kuran” gücü, insanın tarihsel eyleminin yarattığı deneyim ve bilgi birikimini hiçe indirmektedir. İnsan emeğinin ve bilgisinin ürünü olan her şey, yaratıcı ve yönlendirici mutlak güç halinde, üstelik insana düşman güçler olarak onun karşısına dikilmektedir. Teknoloji, kendisine tabi olmaktan, boyun eğmekten başka yol bulunmayan, gizli bir tapınç nesnesi halinde sunulmaktadır.

Tarihsizlik
Emperyalizmin son dönem ideologlarının en önemlisi olan Fukuyama, SSCB'nin sosyalizmden vazgeçtiğini resmen ilan etmesinden sonra, "tarih bitti" demişti. Bu, toplumsal değişim olanaklarının ve toplumların tarihsel evriminin nesnel olarak bittiği anlamına geliyordu ve kapitalizmin ebedi ve ezeli olduğunun kanıtlanmasıydı!

Aslında emperyalist propaganda odakları SSCB'nin çözülüşünden, ya da Fukuyama'nın ortaya çıkışından çok önce bu temayı işliyordu. Çocuklara yönelik çizgi filmlerden, pahalı Hollywood yapımlarına kadar pek çok sinema ürününde, ister tarihin geçmiş zamanları anlatılsın, isterse binlerce yıl sonrasının "uzay çağı" anlatılsın, kapitalizmin belli başlı özellikleri daima başrolde oluyordu. Amerikan küçük burjuva aile ilişkileri, "sıradan Amerikalının" alışkanlıkları, el-kol hareketleri, yüz ifadesi, Mc Donalds'ın, Coca Cola'nın simgeleri, bilinçaltına işleme yöntemleriyle bize hep aynı düşünceyi iletiyordu: Amerika ve onun toplumsal sistemi (kapitalizm) herhangi bir tarihsel dönemle sınırlı olmadığı gibi, diğer toplumlar için de bundan başka bir hayat düşünülemez!
Bağdat Müzesi’nin yağmalanması ve hiçbir zaman geri getirilemeyecek olan el yazmalarının yakılması, tarihe yapılan bir saldırıydı ve bu saldırının sözde Bağdatlılar eliyle gerçekleştirildiğini ileri süren yalanın özel bir anlamı vardı. Böylece Iraklılar, kendi tarihlerine düşman, kendi değerlerinin yağmacısı ve yıkıcısı olarak kendilerine yabancılaştırılmak, geçmişlerini yok ederlerken kendilerine ait bir geleceği de asla kuramayacaklarına inandırılmak istenmişlerdir. Böyle bir halk, ancak dışarıdan gelen üstün uygarlık sahibi güçler tarafından yönetilebilirdi! “Uzaydan gelen uygarlık” masallarının hayat bulduğu bir sahne olarak kullanıldı Irak. Zaten onlar kurmamışlardı bu toprakların büyük uygarlıklarını, kurtaracak olanlar da dışarıdan geleceklerdi.

Son zamanlarda bu temel ideolojik çizgi, "tarihsel romanlar"la destekleniyor. Mistik masalların tarih diye yutturulmaya kalkışılması, “tarihi polisiye” dizileri hep aynı sloganı tekrarlıyor: Tarih bir masaldır, gelecek yoktur. Gerçek olan "şimdi"dir; geçmişte yaşananlar ve gelecekte yaşanacak olanlar, bu anda yaşadıklarımızdan asla farklı olmayacaktır!

Gerçek ve sanal ayrımsızlığı
Dünyanın nesnel olarak kavranması, insanın tarihsel eyleminin bir sonucudur. Gerçeklik, madde üzerinde doğrudan doğruya denetlenebilir ilişkiler kurarak elde edilebilecek bir bilginin konusudur. Düşler, hayaller, esinlenme, bu sürecin kırılmış, değişik prizmalardan geçip ayrışmış, kendi içlerinde özel türde birleşmeler yapmış yansımalarıdır. Ama bunlar, dışımızdan gelen ve bizimle ilişkisi, bir başkayla ilişki gibi görünen bir etki yaratır.

"Sanal dünya" ise, bundan daha farklı olarak, hiç dolaysız insanın bilimsel teknolojik başarısının bir sonucu olarak ortaya çıkan özel bir alana verilen isimdir. Bizim elimizle, düşüncemizle, olanaklarımızla ortaya çıktığını herkes bilir. Yukarıdan, dışımızdan, bilinmeyen güçler tarafından hayatımıza sokulduğunu kimse söyleyemez. Bir ekranın başına oturuyorsunuz, düğmeye basıyorsunuz ve parasını verip satın aldığınız görüntüleri izlemeye başlıyorsunuz. Ve sonra sizden paranızı alan adamlar, bunun hayatınızdan daha gerçek olabileceğini düşünmenizi, gerçek hangisidir, hayatım mı, sanal âlem mi, diye sormanızı istiyor!

Burada önemli olan gerçeklikle sanallık karışıklığının, siyasal ve ekonomik iktidar gerçeklik düzeyini de kuşatacak kadar genişletilmiş olmasıdır.

“Yabancı bir dünyada, hepimiz yabancı zavallılarız”
Pek çok "bilim kurgu" filminde, olayın geçtiği ülke, coğrafya belli değildir. Zamanın olmadığı yerde mekânın ne önemi var! Ama sorunlar ve çözümler hep kapitalist dünyanın sorunları ve çözümleridir. Kentler, günümüz Amerikan metropollerini çağrıştırır. İnsanlar İngilizce konuşur. Dünyanın, zamanın, kaderin sahibi onlardır. Yaptıkları her işi sonuna kadar denetleyebilirler, her değişen duruma göre hazır planları vardır, hiç şaşırmazlar, yanılmazlar, zayıf düşmezler. Geriye kalanlar ise, seyirciler de dâhil olmak üzere, bilmedikleri bir coğrafya üzerinde, zaman duygusunu kaybetmiş halde yaşamalıdırlar. Kendi eylemlerinin sonuçlarını denetleyemeceklerine inandırılmalılar ve herhangi bir iş için, özellikle kendi geleceklerini değiştirmek için parmaklarını kıpırdatmamalılar.

Sonuç
Emperyalizmin kültürel saldırısı, tümüyle kendi gücüne olan inancını ve kendine ait bir gelecek kurma iradesini yitirmiş yığınlar yaratmaya yöneliktir. Bu amaçla, başta tarihi gerçekler ve tarih bilimi olmak üzere gelenekler, inançlar, kültürel değerler, toplumsal örgütler ve ilişkiler, farklı etkilere sahip araçlarla yürütülen bir saldırı altındadır.

Kuşkusuz, kültürel baskı ve saldırıya karşı mücadele, yalnızca kültürel araçlarla ve yalnızca kültür alanında sürdürülemez. Ancak burada dayanılması gereken temel güç, saldırının ana hedefi olan emek hayatı olmalıdır.

No comments: